[VegasPete 2] Bölüm 2

 Bölüm 2: Benim Hatam

  Vegas

  Tak tak.

  Ayağım odanın zeminine değdiği anda sevdiğim kişinin sesini duydum. Hemen beni selamladı. "Döndün mü?"

  Kendini yataktan iterek doğrulmakta olan ama gözleri kapalı olana doğru yürüdüm. Saçları dağınık bir şekildeydi, eğilip dudaklarına hafifçe dokundurdum, sonra yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu. "Hadi uyuyalım."

  Ona sevgiyle bakmadan ve kafası karışmış bir ifadeyle kolunu tutmadan önce, daha kabarık olması için saçlarını ovuşturdum. Yine ne olmuştu? Kaşlarımı sertçe çatarak yarayı okşadım. 

  "Yok bir şey," dedi Pete gelişigüzel bir şekilde.

  Her zaman beceriksizdi, tökezlerdi ve vücudunun her yeri morarırdı. Daha önce nasıl ana ailenin baş koruması olduğunu anlamıyordum. Sakarlıkta bir numaraydı. "Dikkatli ol, yaralanma."

  Gülümseyerek başını salladı. "Dur bir dakika, Venice'i yatağına götüreyim."

  Ağzı aralandı ve tembelce ileri geri döndü, gözlerini tam açmadan önce kaşlarını kaldırarak başucundaki saate bakarken duraksadı.

  Ona nasıl cevap vereceğimi bilmediğim için yürüyormuş gibi yaptım. Bir havlu alıp gömleğimi ve pantolonumu çıkardım. 

  "Çok mu fazla iş var?" Alçak sesle sordu.

  "Evet, şirket çok meşgul." Utançla derin bir nefes verdim.

  "Hala alkol kokuyorsun." Venice'i tutan, yarı uykulu ve onu yatağına uyumaya götüren Pete'e baktım. Aslında bir nebze de olsa hazırlamıştım kendimi. Pete bana elbette kızacaktı çünkü çoktan gece yarısı olmuştu.

  Gün geçtikçe daha çok geç kalıyordum. Ya bu Pete'in benim hakkımda çok fazla düşünmesine neden olduysa... Emin değildim.

  "Pete..."

  Ona dönüp ondan özür dilemeye kararlı olduğumu fark ettiğimde, Pete'in ayağa kalkıp çocuk gibi davranmasıyla karşı karşıya kaldım.

  "Kıskandım! O gün beni de davet etmeleri gerekiyordu. Kahretsin! Pol ve Arm beni davet etmedi. Bir dahaki sefere, eğer içiyorsanız ve sizinle gelmiyorsam, ikisine de teker teker lanet okuyacağım, Sadece bekleyip görün!"

  Kaşlarını çattı. Kesintisiz içki rantıyla birlikte, Pete gerçekten fazla düşünmedi mi yoksa gerçekten sadece beni rahat hissettirmek mi istedi bilmiyordum. Ama nadiren kafasında kuran birisiydi. Umursamıyormuş gibi yapıp bunun hakkında fazla düşünmemeliydim... Nihayetinde o bana güveniyordu ve korkarım ki o da, çok hayal kırıklığına uğrayacaktı. 

  "Gözlerin niye hala açık?! Saat sabahın biri, uykun yok mu senin?"

  Duş almayı bitirdikten sonra uzandım ve Pete'in odamıza dönmesini bekledim. Geldiğinde kendini battaniyenin üzerine attı ve ben de kendimi yavaşça kolunun içine soktum ve başını göğsümün arasına alacak şekilde çevirdim.

  "Geç kaldığım için özür dilerim," dedim dudaklarımı yavaşça kafasına yerleştirerek.

  Pete normal bir ses tonuyla konuştu, "Çok iş var, son zamanlarda Porsche'un de geç döndüğünü biliyorum."

  Sanki umursamıyormuş gibiydi ve sanırım kötü hisseden tek bendim. "Pete..."

  Pete hafifçe hareket ederek bana bir yanıt verdi. "Hmm?"

  "Hayatta en çok sevdiğin üç şey ne?"

  "Uyku ve yemek yemek de dahil mi?" Pete gözlerini kapatarak şaka yollu söyledi.

  "Hah, o zaman tekrar sorayım." Sarılmamı sıkılaştırdım ve bacağımı ona doğru uzattım. "Hiç psikoloji kitabı okudun mu?"

  "Ormana girip birinin bana yardım etmesi için bağırdım ya..." Bu cümle beni güldürdü.

  "Kaçmaya çalışmıştım, gerçekten delirecektim."

  "Bu iyi değil mi?" Pete'in sözlerine gülümsedim. 

  "Kare bir odada tıkılıp kalsaydın, o zaman delirirdin asıl." Pete'in bu sözlerine bu sefer gülmedim.

  Devam etmeme neredeyse engel olan bir şey hakkında aklımı kurcalıyor gibiydi. Devam etti, "Neden soruyorsun bunu durduk yere? Uyuyacağım ben."

  "Ah... Uykun varsa, uyu." Kokusunu tekrar içime çekmek için eğildim.

  "Hayır, kafama takıldı şimdi." Pete başını kaldırdı ve bana gözlerini kıstı.

  "Sadece bilmek istiyorum... Hayatta en çok sevdiğin kişi kim?" Pete bir an sessiz kaldı.

  Yavaşça ekledi, "Pek çok insan var."

  "Kim gibi mesela?"

  "Büyükanne ve büyükbabam," dedi Pete hiç düşünmeden.

  "Peki kimi seviyorsun?" 

  "Herkesi. Beni seven, benim için en iyisini dileyen herkesi."

  Pete her zaman iyimser, her zaman acımasız, asla kimseyi kötü düşünmeyen, inatçı, her şeye karşı hep gülümseyen Pete'di.

  "Ya bu hayatta ölebileceğin birisi var mı?"

  "Yok! Kimse için ölemem ben. Yüküm çok benim bir kere. Nereye gitsem herkesi kollamam gerek, Venice nerede, Macao nerede diye. Ayrıca her tarafımda deliler var..."

  Ona küçük bir gülümsemeyle karşılık verdim. Bütün isimleri saysa da, ben en çok sevdiği kişiydin. Macao, hatta Venice dahi olsa... 

  "Beni bu yüzden seviyorsun... Değil mi?" Pete, ben onu geri çekip bir öpücük çalana kadar yüzünü bana yaklaştırdı.

  Dudaklarım kımıldadı. "Seni çok seviyorum."

  Bunu kalbimin derinliklerinden söylediğimi anlaması için kelimeleri vurguladım.

  "Hmm... Beni bu kadar çok seviyorsan, sinirlerimi bozmayı bırak da uyu!" Uzandı ve tekrar kucağıma girdi, ışığı kapatmak için döndüm ve bütün gece onu böylesine bırakmamak için ona sımsıkı sarıldım.

  Şafak Vaktinde

  "Delirdin mi?!" Hikayeyi duyduğumda, birden yemek masasında yüksek sesle bağırdım. Sevgilimin ağzından bugüne hoşgeldin demek için inanılmaz şeyler dökülüyordu. 

  "Ama ben birazdan gideceğim." Pete elini kaldırıp önümde eğilerek bir kereliğine bana merhamet etti.

  "Olmaz. Venice'i de yanına alacaksın."

  "Sen deli misin! Geçen seferi hatırlamıyorsun, değil mi?" dedim, dürtme suratla oturan sorunlu figüre gözlerimi kısarak. "

  "Venice'i eve getiremeden neredeyse un ve altınla boğuluyordum sokaklarda Onu sokağın önündeki avluya götürmüştüm sadece! Sergiye bakarken Venice, melek bebek numarası yaparak ağlamaya başladı ve köylüler piyango numarası isteyerek üstümüze çullandı. Genç Efendi (Tankhun) geri de dönmek istemedi ve şanslı numara gelene kadar bekleyeceğini söyledi. Ya sen olsaydın onu geri döndürmeye çalışır mıydın? Tankhun'dan bahsetmek bile iliklerime kadar titretiyor, sevgilim."

  Pete'in kollarındaki Venice'e bakmak için döndüm, gerçekten korkmuş göründüğümün farkındaydım. 

  Aslında... Venice'i sevmesem de ona sempati duyuyordum elbet ama Tankhun'un burada birkaç gün kalacağını bilmek kalbimin atışını bile değiştiriyordu! Tanrım!

  "Ama Venice'i yanında işe götürsen ne olur ki?" Ben hala Pete'e olayları izah etmeye çalışırken o bana bebeği teslim etmeye çalışıyordu.

  "Genç Efendi'yle kalmanın nesi bu kadar kötü?"

  "Ya Venice büyüyüp onun kadar delirirse? O zaman ağlamak istesem de ağlayamam, benim hatırım için düşün bir!" 

  Pete sandalyeden kalkıp her gün giydiği kıyafetlerini aldı. Daha sonraysa köşede uzanan Venice'i aldı ve bana doğru uzattı. "Eğer Tankhun'la sen olursan, Venice'e bir şey yapmaya cüret edemez."

  "Dahası, neredeyse ev hanımı kılığına giriyordum, deli! Gün geçtikçe daha da deliriyor! Ah! Kabul et işte ya!" Pete, Venice'i bana doğru itmeye çalıştı.

  "O zaman Tankhun'la gitmek zorunda değilsin, Venice'le evde kal yeter."

  "Tankhun'u tanımıyormuş gibi konuşma, Vegas. Onu reddedersem ölmekten beter eder beni."

  "Üç hakkında bitti. Bu sefer de gitmeyi reddedersen üç olacak. Hadi, hadi, al bakayım sen şunu. Geç kalırsam delirir şimdi." Pete umutsuzca o iblis veledi kucağıma ittirdi.

  "Macao, onu üniversiteye götürebilir misin?"

  Konuşmam biter bitmez, Macao içtiği sütünde boğuluyordu.

  "Deli misin sen be abi? Acele et hadi, geç kalacaksın." Bundan kurtulmanın bir yolunu bulmak için derin bir iç çektim. Özel bir dadıya emanet edilmesini istesem de Pete ona güvenmemişti, akrabalarımız da aklı başında olmayınca... Ya ben bu hayatta kime güvenecektim?

  "Süt bu, hepsini bir şişeye doldurdum ve bebek ağlarsa altını kontrol edip değiştirmeyi unutma."

  "Değiştirmem." Aceleyle başımı iki yana salladım.

  "Youtube'dan falan izle işte! Dene, sana vız gelir tırıs gider!"

  "Hey, Pete! Bana bunu yapamazsın!" Venice'in daha da uzağa iterken birden telefonum çaldım. Pete aramayı görünce Venice'i aldı ve sepetin hazır olup olmadığını kontrol etmek için arkasını döndü. Tam Porsche'dan gelen bir aramaya cevap vermek üzereydim ki göz ucuyla bana bakan Pete'e sabitledim.

  "Sorun ne?"

  "Pek iyi değilim." Porsche'un titreyen sesi kötü bir önsezi gibi hissetmeme neden oldu. Az önce olan her şeyi, gözlerimi sabitlediğim yeri bile unuttum. 

  Telefonu kapatıp bana Venice'i kakalamaya çalışan Pete'e baktım.

  "Eğer bir şey olursa beni suçlamak yok."

  "Ben sana güveniyorum."

  Pete sepeti bana uzatıp alnımdan öptü.

  Venice de sağ ve sol kollarını yanağıma dayayıp nazikçe sarılmayı unutmadı. Sonra ona doğru el salladı. Venice üzgün gözlerle Pete'in arkasından baktı, sonrasında titreyerek birden ağlamaya başladı. Neyse ki Macao arabaya binerek Pete'in yokluğundaki dikkatini epey dağıtmıştı.

  Şöyle ki - bugünkü hayatım Macao'yu üniversitesine bıraktıktan sonra başlıyordu. Bugünü nasıl atlatacaktım ben ya?!

  Normalde birbirimize 10 dakika bile bakmaya dayanamazdık çünkü o velet şak diye ağlamaya başlardı. Bu veletin benden nefret ettiğini biliyordum ama umarım bu sefer daha az sessiz olurdu.

  Ona karşı yumuşak olmalıydım, tamam... Pete, ah, Pete, başımı belaya sokacaksın sen benim!

  "Ben gidiyorum. Venice ikna etmede iyidir bak, o yüzden abicim, kibar ol ama sinirlenme, tamam mı?"

  "Ma... Ma... Ma..." Macao'ya seslenmeye başladı. Duyuları yerine gelmiş gibiydi, sağa sola bakındığında içimden saymaya başlamıştım.

  Beş... Dört...

  "Bab--- Babaaaa! Ingaaaaa~"

  Pekala, kibar olmalıydım, ona doğru bir gülümseme sundum.

  Şu an hayatımın en kibar anını yaşıyordum. Umarım bana biraz da olsa sempati duyabilirdi, ama...

  "Ingaaa!"

  Gözyaşlarıyla ağlama devam etti. Az önceki gülümsememi ona gülüyorum sanmış olmalıydı, ama bu hayatımda sunduğum en güzel gülüştü, ne yapmalıydım? Onu ikna etmek çok zordu.

  "Hadi bebişim..." Onu bebek koltuğundan çıkarıp poposunu okşadım ama nafile.. 

  "Ingaa~"

  Kahrolası velet! Kafamın üzerine çullanarak vurmaya, tekmelemeye ve direnmeye başladı. O kadar çok bağırdı ki onu az önce aldığım yere geri koymak zorunda kaldım.

  "Seni öldürmeyeceğim! Gönlünü alacağım! Ahhh?! Benimle itişip kakışmasan ne olur sanki? Düşeceksin be!" 

  Olduğu yerde çırpınmaya devam etti ve neredeyse kendimi kaybediyordum.

  "Khun Venice... Seni Pete babana götüreceğim, ağlama." Pete babasının adı geçtiği anda dondu kaldı ve ama hemen ardından çırpınmaya devam etti.

  "Ah! Nop, dur!"

  "Ne oldu Khun Vegas?"

  "Yer değişelim, sen buraya geç. Buraya gelip ona göz kulak ol, ben arabayı kendim sürerim, onu sessiz tut yeter. Kulaklarım halay çekiyor."

  "Sorun olmaz mı?"

  "Sorun yok. Bugün Bay Cho ile bir görüşmem var, uzun sürmez zaten." Nop ve ben yolun ortasında yer değiştirdik. Venice'in sesi yavaş yavaş kısıldı ancak arada sırada hıçkırık sesleri geliyordu. 

  Şirkete vardığımda Nop, Venice'e sütünü verirken kolları arasında uyuyakaldı. Rahatlamıştım.

  Hemen kişisel işlerimle ilgilenmek için koştum, biliyordum ki huzursuz birisi vardı.

  Çatı Katı

  "Vegas..."

  Porsche beni görünce adımı seslendi.

  Arkasını dönüp bir sigara aldı, yüzünde çaresiz bir ifade vardı. Onu rahatlatmak adına sırtını sıvazladım.

  "Neden bu kadar zayıfım?"

  Porsche bakmak için bana döndü, bütün duyguları gözlerinden okunuyordu.

  "Çünkü... Her bir duygunu o adamda anlam kazandırıyorsun."

  Kibarca söyledim.

  Kollarımı Porsche'un omuzuna doladım.

  "Ama hissetmemek elimde değil... Bu yüzden.."

  Porsche konuşmaya devam etmek üzereydi ki karşılık verdim. "Aşk birini zayıflatırken diğerine kendini kaybettirir."

  "Bir süre böyle kal..."

  Porsche alnını omzuma yaslayarak derin bir iç çekti. Rahatsızlığını gidermek için omzuma hafifçe vurdu. Birbirimizi anlıyorduk çünkü artık bu yoldan geri dönüş yoktu. Soğuk rüzgarın yüzüme çarpmasına izin verdim, gözlerimi kapatıp biraz dinlendim, birkaç dakika yeterdi...

  Pat!

  Bu sayede o anki sukünet bozuldu. Porsche ve ben çok geçmeden ayrıldık.

  "Khun Vegas..." Nop paniğe kapılmış gibiydi ve Venice'in kalkmasına yardım etti. Olduğum kadar normal davranmaya çalıştım. Çatıya sigara içmeye gelmiş gibi davrandım.

  "Ah?! Pete de mi burada?" Porsche bana bakmak için döndü.

  Venice'i ağlarken görünce Pete'in de burada olduğunu düşünmüş olmalıydı.

  "Hayır, Venice'le ilgilenmem için bana bıraktı sadece."

  "Ah, anladım," dedi Porsche sigarasını hızla söndürerek, sonra kapıyı açıp aşağıya indi.

  "Ah... Yine..." Venice'in hıçkırıkları duyuldu ve somurtarak etrafına bakındı.

  "Neyin var senin, az önce uyumadın mı?" Nop bana Venice'i uzattı. "Khun Vegas, alın onu benden."

  Nop ısrarcıydı.

  "Ama onu kucağıma aldığımda yine ağlayacak." Ellerimi belime dayadım ve şaşkınlıkla önümdeki ikiliye baktım.

  "Geri alın onu, daha bugünkü ürünleri kontroledemedim. Kolumu sıkıp duruyor, tek derdi oyun oynamak."

  Nop yine Venice'i bana vermekte ısrar etti. Pete ve ben birlikte yaşadıktan sonra, Porsche ikinci ailenin reisi olmuştu ve çeşitli işlerde çalışıyordu.

  "E ne var işte? Senle bir kontrol etsin ürün adlarını!" dedim öfkeyle.

  "Tamam ama lütfen onu geri alın. Gitmem gerek." Nop elimi tutup Venice'i bana bıraktı.

  "Ah, şuna bak ya, ağlayacağım şimdi." Ona baktığımda ağzını büzdü ve kalbimden geri saymaya hazırlandım.

  "Görün de bakın, yine ağlayacak... Ben gidiyorum..."

  "Nop!" Onu takip etsem de Venice bana başı beladaymış gibi baktığında şaşırmaya evam ettim. Ağlayası geldiğinde genelde belli ederdi. Minik gözleriyle bana baktı. Sorun neydi?

  "Neyin var senin?!"

  Bana baktı, yardım ister gibiydi.

  "Ahh?! Bu koku da ne?! Buralarda kedi falan mı var? Temizlikçiler hiç gelip bakmıyor mu buraya?" 

  Koku rüzgarla yayılmaya başladığında derin bir nefes aldım.

  Venice'i biraz kıskanıyorum ve Pete'in de iyi bir anne olduğu, onun için iyi şeyler seçtiğini itiraf etmeliyim...

  "Kedi boku kokuyor ya burası!" Burnumun ucundaki kedi pisliği kokusunu rahatça alabiliyordum.

  "Şimdi anladım... Seni yürüyen bok!"

  Ben konuşurken Venice gözyaşlarına boğuldu. Bir süredir kediyi suçluyordum ama meğer oymuş... Ah, sensin, sen olmamalısın! "Söyleme sakın."

  Yine 'baba' diye ağlamasından korkmuştum ama Venice'in dili tutulmuştu. "Ne halt yersen ye be! Seni bokunla bırakıyorum. Bugün gün---- Ha--- Hayır! Bırak beni!"

 Kimseyi bulamıyordum. Tüm korumalar Arm tarafından çağrılmıştı, hizmetçilerden hiçbir iz yoktu ve sekreter de meşgul görünüyordu. Biraz endişelenmeye başlamıştım.

  Başkalarının hatırına, ben artık küçük ailenin büyük oğlu değildim, müdürdüm. Kendi sıçan oğlu için başkalarından yardım istemem benim için ayıptı.

  Venice gözlerini kırpıştırarak oturdu. Beni öldürecekti bu velet!

  "Bezini çıkaracak mısın?" Venice gözlerini devirirken ona sordum. Pete bana Youtube'dan bakmamı söylemişti, öyle yapsam iyi olacaktı. 

 'Bebeğin altı nasıl değiştirilir?' Telefonu yana dayadım.

  Gözlerimi dönüşümlü olarak telefon ekranına ve Venice'in götündeki beze kaydırdım. Nasıl yapıldığını anlamak için sürekli video duraklattığım için derin bir iç çektim. "Ne?!"

  "Merak etme, yeni bitme, tamam mı? Diğer insanlardan bunu dilenecek değilim. Videoya göre gayet de iyi kopyaladım."

  "Vay anasını, gerçekten de baba - oğul gibi!"

  "Harika oldu, hepsini hallettim. Bir duş flan almak ister misin?" Venice'in boku gerçekten koktuğundan onu işaret ederek kendi kendime yakındım. 

  "Ah! Pasaklı! Ben doğduğumdan beri kimseyi yıkamadım. Kusacağım şimdi!"

  "Ne yedin sen Venice?! Seni sadece süt ve pirinç gevreği yerken gördüm ama bu ne böyle? İleride çok yemek yeme sen!" Bezi çıkartmanın üzerine sardım ve çöpe attım. Sonra Venice'i tüm boktan kurtarmak için lavobaya batırıp çıkardım. 

  (Ç/N: Yarım saatlik gülme krizine gidip geldikten sonra diğer bölümlerde ciddi olacağımı pek zannetmiyom) 

  Yavaşça bezi yerleştirdiğimde.. Ah böyle miydi? Yoksa diğer türlü mü? Biraz pudra döktükten sonra devam ettim.

  Ding~

  Porsche arıyordu. Telefonu yanıtlayıp omzuma kulağımın arasına sıkıştırdım, Venice'in giyinmesine yardım ettim.

  "Bay Cho geldi, seni bekliyor."

  "Tamam, az sonra gelirim." Telefonu kapatıp Venice'i giydirdim ve alnımdaki teri sildim. Sinirli bir şekilde soludu.

  Resepsiyon Odasında

  "Onu niye getirdin?" Porsche, yanıma oturmuş ve klimanın kumandasıyla oynayan pembe Venice'e baktı. "Nereye bıraksam bilemedim."

  Umutsuzlukla ona baktım, daha sonra önemli olan müşteriye döndüm. "Üzgünüm."

  Kafama eğerek selamladım.

  "Sorun yok. Oğlun da epey tatlıymış." Yakışıklı ve genç Bay Cho, tapan bir surat takındı yüzüne.

  "Öyledir o."

  "Tıpkı sen!" 

  Venice ağlamak üzereydi ki aklımda yedek bir plan hazırlamıştım. Telefonu açtım ve ona doğru uzattım, şaşkınlıkla bakakaldı. Hemen telefonu kaparak kucağına sardı ve derdinden sevgisini sundu.

   "Ba--- Ba--- Baa---" Evet, Pete'in fotoğrafını göstermiştim. Bununla şimdilik ağlamayı keserdi.

  "Sadede gelelim." Porsche kendisini yeni iş ortağına resmen tanıtmıştı.

  "Birçok ürün çeşidimiz var veya sipariş verebilirseniz, ailenize özel ve dokulu bir yüzey... Daha yeni bir mühimmat istiyor. Önce görmesi adına sanal bir model tasarlayıp gönderebiliriz."

  Her zamanki işti işte. Özellikle Porsche ve ben silahları sıraya dizerken, malzemeleri ve ayrıntıları gösterirken Bay Cho her şeyle ilgileniyor gibiydi.

  "Ona gelince, çeşitli ek seçenekler var mesela, bir bakalım. Bu da lazer... Venice!"

  Diğer masaya geçip malları teklif etmeye başladığımda gözüm Venice'e kaydı. Kanepeden bir silah alıp oynamaya başladı, sıradan bir görüntüydü aslında.

  "Bay Cho, siz seçebilirsiniz." Yanına gidip silahı Venice'in elinden aldım.

  "Ingaaa~" Ses gelince telefonu açtım, kanepede oturan velete uzattım ama yere attı. "Ağlamasana, oğlum."

  Venice sıktığı dişlerinin arasından kollarımdan kurtulmaya çalıştı ama ben onu sıkıca kavradığımda kıpırdamayı bıraktı.

  "Yapma şunu!" Ona öfkeyle baktım, elinde tuttuğu mermi yere düştü.

  "Agugug bugugug~" Tüm vücuduyla bana direnerek saçlarımı çekiştirdi. Ah... O kadar kötü haldeydim ki hem Porsche'un hem de Bay Cho'nun dikkatini çekmişti.

  "Inga~"

  "5 RC arabalardan ister misin? Sessiz ol, şşşt! Tamam, sana uzaktan kumandalı kocaman bir araba alacağım."

  Onu ileri geri ikna ettim ve ne dediğimi anlamış gibi görünüyordu. Ağlamaya kesip tekrar büküldü ve tek başına yere oturdu. Tam bu sırada hizmetçi tatlı getirdi.

  Hizmetçinin getirdiği tepsiyi alıp Bay Cho'yu selamladım. Venice yerde sürünüyordu, pek de umurumda değildi. Gözümün ucuyla ona baktım.

  "Lezzetlidir. Bizim şirketin çikolatasıdır bu, deneyin."

  Ve arkamı döndüğümde...

  "Venice!"

  Adını bile bitiremeden hemen fırladım çünkü Venice'in gölgesi bile göremiyordum.  Arkamı dönüp baktığımda yüzümü rengi birden değişti ve tüm o da sustu, sanki arkadaki dağınık baş belası nereye gitti diye onlara soruyormuşum gibiydiler.

  "Daha sonra devam etsek iyi olur. Az sonra gelirim." Kimsenin sormasına izin vermeden başımı eğip Bay Cho'dan özür diledim. Hızla odadan çıktım.

  "Venice!" Yavaşça ona seslendim, gözlerim etrafta dolaşıyordu. Tuvalet kapılarını açıp kapattım, yürüyerek aramaya devam ettim.

  "Ne arıyorsunuz, Bay Vegas?"

  "Veleti gördün mü?"

  "Görmedim... Sakın bana... Khun Venice kayboldu demeyin!" Hizmetçi şaşkınlıkla elini göğsünün üzerine koydu, paniğe kapılmaması gerektiğini söylemek için elini kaldırdım ama...

  "Aman Yarabbi! Khun Venice kaybolmuş! Acele edip onu arayın! Ölü mü, merdivenlerden mi düştü bilmiyorum! Acele edin! Acele!" Kahretsin! Bir tır dolusu Suriyeli gibi insan olmuştu her yer. Her yerde koşturan bir kaos vardı.

  İşler o kadar karıştı ki, hemen bakmak için tuvatleri araladım, masaların yanına fırladım, bir sürü kutu ve dolapları araladım... Seni bulmama izin verme, velet! Bütün şirketi mahvettiğin için sana şaplak atmak istiyorum, o yüzden karşıma çıkmasan iyi olur!

  Ding.

  Pantolonun cebindeki telefon sesi o kadar yüksekti ki, onu atmak istedim, kahretsin, şu an çok gergindim. Lütfen, hayır! Lütfen, hayır! Lütfen, hayır! Arkaya geçip endişeyle tırnaklarım yemeye başladım çünkü birisi aramıştı ve cep telefonu ekranına bakmak, mezar taşıma bakmakla eşdeğerdi.

  "Ne yapacağım?! Meşgule atamam! Kahretsin! Öldürün beni!" Saçlarımı karıştırdım, ardından derin bir nefes alıp ekrana bakmadan kim olduğunu anlamam için bir süre gözlerimi kapattım.

  "Nasılsın? Oğlumuz iyi mi?" 

  Kalbime öküz oturdu.

 "Öhö öhö!" Normal olmaya çalış Vegas, dişlerini sıkıp diren!

  "Sorun yok yavrum, sorun yok... Her şey yolunda."

  "Kamerayı aç da oğlumu göreyim iki dakika."

  Binadan atlamak istedim, tamamen öldüğümden emin olmak için içeri girip pompalı tüfekle kendimi vurmak istedim. Kalbim titriyordu, parmağımı yavaşça kamera simgesinin üstüne getirdim, bastım. Yüzümde şüpheci bir gülümseme vardı.

  "Oldu mu?" 

  "E oğlum nerde?" Sağa sola bakındı.

  "Nok'un yanında, oynuyorlar." Çok fazla gülüyorsun, Vegas, anlayacak. Daha normal davran!

  "Öyle mi..?"

  "İşine dön sen, merak etme, için rahat olsun." Olayları örtmek için gülümsedim, her zamankinden daha fazla tepki verdiğimi kendime unutturdum.

  "Üzgünüm... Yorgun görünüyorsun ama beş dakika sonra şirkette olacağım ve genç efendi de seni görmeye gelecek."

  Gözlerim fal taşı gibi açıldı, sonra gülümsememi düzelttim.

  "Yüzünü buruşturuyorsun... Geldiğime sevinmedin mi yoksa?"

  "Sevindim tabii ki... Çabuk ol, özledim seni!"

  "Tamam, görüşürüz az sonra." Telefon kesilir kesilmez nabzım da kesildi, dizlerim zayıfladı, bedenim halsiz düştü. Sanki ölmek üzere olan bir insan gibi korkumu bastırıp cesaretimle gücümü topladım, delice sağa sola koşturdum. "Venice!"

  Sikmişim imajını!

  Genelde havalı olan benim imajımı mahvettin, seni piç evladı!

  "Beş dakika, sadece beş dakika Venice!" Seni affediyorum, çabuk dön!

  Yangın merdivenleri dahil her yere baktım ve saate baktığımda hiçbir şeyim kalmamış gibi şuurum da kapandı.

  Göremiyordum, cennet ve cehennem arasındaki yol dışında hiçbir şey düşünemiyordum. CCTV kayıtlarını izlemek için kontrol odasına gitmek için bu lanet şirket çok büyüktü. 

  Beş dakikam bittiğinde, yaşamakla ölüm arasında geri sayarak merdivenlerden aşağıya indim. Ölecektim... Beş saniye sonra hem de! Hem de daha vasiyet falan hazırlamamıştım bile! Ah...

  Çaresizlik içinde merdivenlerin başına oturup başımı korkuluklara yasladım, sonra birinin ayakkabısı önüme çıktı ve kalbimin tekrar atması için sinyal verdi.

  Vegas'ın Ofisinde

  "Ben geldim." Yüzünde bir gülümsemeyle net bir ses geliyordu.

  "Şşştt! Oğlun uyuyor!"

  Koltuğa oturup Venice'e sütünü içirmiş, poposunu okşamıştım ve görmesini istemediğim tek şey; gömleğimin altındaki terdi. "Venice... Nereye düştü?!"

  Venice'i zamanında temizlemediğimi itiraf etmeliydim, berbat bir durumdaydı. "Deli gibi oynuyor, herkes de çok seviyor, ne kadar pasaklıysa o kadar deneyimli aslında." 

  Bunu söylerken ağlayacaktım neredeyse, saçlarım dökülecekti. Pete bir adım daha atıp yanıma geldiğinde Venice'in sütünü kenara koydum.

  "Çok yorgunum, üzgünüm. Genç efendi bugün Gongtong'dan sana geldi." Pete yanıma gelerek Venice'e sımsıkı sarıldı ve oturdu.

  "Önemli değil, senin için ne kolaysa onu yapacağım."

  "Ama onu besledikten sonra bir yıkayalım... Venice nereye düştü böyle?" Pete, Venice'i kokladı. Esneyen velete bakarken ne kadar yorgun göründüğünü düşündü. 

  Tak tak.

  "Girin," dedi pete.

  "Ah, merhaba P'Kinn." Ona bakarak kibarca gülümsedim.

  "Son zamanlarda Vegas'ın neyi var?" Duygularımı en istikrarlı seviyeye getirmiştim.

  "Yok bir şeyim."

  "Saçını düzeltip bir duş alsan iyi olur."

  Lanet olsun bu mazlum ikinci abiye! Sana minettar olacağımı falan mı zannediyorsun?! İyi ki Venice'i çöpün içinde buldu! Hah!

  "Bu kimin oğlu? Çöpün içinde buldum." İkinci abi bunu der demez Venice'i önceki görünüme döndürmek için olabildiğince silkelemeye başladım. Kahretsin! Kafasındaki sakızı koparmayı unutmıştum!

  Neyse ki keldi, bu yüzden sökmek pek de zor olmadı. Yoksa hayatta kalamazdım. Emziriyormuş gibi odaya koştum. Lanet olsun! Oynayacak o kadar yer  varken neden çöpün içine girersin ki?!

  "İkinci abi, Porsche ile akşam yemeğine yetişmen gerekmiyor mu senin? Son zamanlarda pek birlikte takılabildiğinizi zannetmiyorum." İkinci abinin yüzü hemen düştü, hafifçe gülümseyerek iyiliğine ödül olarak hafifçe ona gülümsedim. "İyi, gidelim madem."

  "Bu arada, teşekkür ederim." 

  Teşekkür etmeyi unutmadım, en azından kibar olmalıydım.

  "Ben de teşekkür ederim." İkinci abi arkasına dönüp hafifçe gülümsedi. Pete'in yüzünde şüpheler vardı ama soru sormadı. Venice'i kollarına alıp banyoya yürüdü.

  "Ben Venice'i yıkasam iyi olacak."

  Ölesiye korkmuştum! Kapıyı kapattığında nefesim kesildi, kanepeye uzandım. Az önce bana el sallayan uğursuz suratı gördüm...

  Pete, Venice'i yıkadığında baş belasını kanepeye yatırdı. Öğle yemeği ısmarladık ve görünüşe göre Pete eve benimle dönecekti. Bu güzeldi işte.

  Bay Cho ile görüşme sona erdi, Macao'yu okuldan almak için üniversite gittiğimizde fırsat olmuştu ki dışarıda bir şeyler de yiyebildik. Tüm gün başım ağrımıştı. Temiz hava solumak için dışarı çıkmak iyiydi, Pete de gözlerini açabilirdi.

  Başkanın Odasında

  Koltuğa otururken karşıdaki kişiye zar zor gülümsedim, duygularımı kontrol etmeye çalıştım.

  "Vegas, nasıl gidiyor? Bu sıralar pek ortalıkta dolaştığını görüyorum."

  Korn amca beni görür görmez selam verdi ve zar zor dayana bildiğim gözleri, sıcacık gözlerini, nazik gülüşünü ve bakışını gördüm, hiç utanmıyor muydu?

  "Bugün ağzını getirmeyi unutmuş." Yanımda oturan Tankhun, babasına hoş bir ses tonuyla seslendi. 

  "Evet, bugün biraz meşgulüm." Arkaya o kadar çok bakmıştım ki odak noktamı kaybetmiştim.

  "Meşgulsün demek... Çalışanların bugün şirkette dört döndüğünü duydum." Kim koltuğunda rahatça yayılıyordu.

  "Üzgünüm, bugün Venice'i yanımda götürmüştüm..."

  "Venice'in yeğenim olması pek önemli değil, nihayetinde şirket hala iyi devam ediyor."

  Başıma hafifçe çevirerek normalmiş gibi davranmaya çalıştım. 

  "Onu bana ver de kurtul diyorum sana! Kimse bir yeğene benden daha iyi bakamaz!" Tankhun kaba bir şekilde ağzına bir şeker attı.

  "Sinir hastası olacağım." İkinci abi kendi kendine mırıldandı. 

  "Ah, evet. Porsche zaten ikinci ailenin başında... Tamam mı?" İçimdeki duyguları bir an bastırdım, yavaşça gözlerimi kapatıp kısa bir süre geriye açtım, önümdeki gülümseyen büyüklere baktım. 

  "Porsche çabuk kavradı, başta İngilizce de baya takılsa da şimdi gayet iyi gidiyor."

  "Ona ciddiyetle öğretiyorum." İkinci abi ciddi bir tonda konuştu.

  "Ona öğretme çabaların da dahil Porsche'un azmini görebiliyorum ama belki biraz ara vermelisiniz, Kim'den her gün geç döndüğünü duydum." Korn amca şaşkınlıkla oturan küçük oğluna baktı ve ben de ona gülümsemeyle karşılık verdim.

  "Ayrıca ikinci ailenin reisi olmak öyle kolay şey değil, daha katı olmak zorunda." Kalemi elimde çevirirken sessizce onayladım.

  "Sadece elinizdeki belgelerle ilgilenin, gerisini sizin halletmenize gerek yok." İkinci abi bana tiksinti ve kasvetle baktı. Komikti, ortam bu denli iyiyken onun gerçek yüzünü görmek kolaydı.

  "Öncelikle bunu görmezden gelemem, ikinci aileyi doğduğumdan beri iyi bilirim. Nasıl bir deneyim, ne iyi, ne yanlış, ne doğru, sadece belirtmek istiyorum." Önümdeki su bardağını alarak yavaş bir yudum içtim.

  "Amcan olarak senin ikinci ailede doğmuş olmanı anlıyorum ama sen Porsche ile aynı değilsin." İnanamayarak iç çektim. O amcam dediğim herife gram kadar güvenmiyordum. Aslında ona rehberlik etmemin bile faydasız olduğunu düşünüyordu çünkü ona herkesten çok fazla saygı duyuyordum. Babasının izinden giden bir şeytana dönüşecekti; sözleri, gözleri, görüşü, duruşu ve ayak sesleri dahil, hepsi aynıydı.

  "Evet, doğru. Ben her daim ikinci plandayım. Ancak kaybettiğimde ayağa kalkıp direnmeyi de bilirim. Kaybeden bir köpeğin gidecek yeri olmaz ve ölümü bekler. Girişimlerimin başarısız olmasını bekleyebilirsiniz elbette... Yağdığında acıtmayacak bir şeyler belki de..."

  İkinci kardeş, kısa bir süre üçüncü kardeşe göz gezdirdi. Pek bir şey yapacak gibi durmuyordu ama üçüncü, aralarındaki en korkuncuydu çünkü Kim, Kim bu yarışmadaki asıl oyun değiştiriciydi.

  "Ah, birbirinize öldürecekmiş gibi bakmayı keser misiniz? Babam Porsche'u sormak adına Vegas'ı aradı, iyi bir iş çıkarıyor ve geceleri de mesaiye kalıyor, bu kadar." Zeki olan kardeş, zararsız görünse de gün geçtikçe deliriyormuş gibi görünüyordu ama bu ilişkisini sürdüren oydu. Bütün aile arasında köprü kuran o çatlak adamdı.

  "Hey.. Kardeşler olarak birbirimizi sevmeliyiz, bırakın geçmişi de geçmişte kalsın. Bir hata yaparsanız, affedin birbirinizi. İşlerin yürümesi için babamızın bize öğrettiği gibi sevgiyi kullanın."

  Hah! Oynadığınız bu oyuna sorunsuz bir giriş, değil mi? Dediğim gibi, ben artık kendi oyunumu oynuyorum. Rastgele savuşturabileceğiniz bir piyondan ibaret değilim artık. Bu bir duygu oyunu ve bana rehberlik etmesi için sevgiye ihtiyacı var. Zamanı geldiğinde onu bırakmak yoğun ve ilginç olacak, başkalarının arkasını göremediğim sanıyor ama bu kirli oyunlar asla arka perdeden kaybolmayacak. "Haklısın."

  "Bu da bir ilerleme? Değil mi? Neyse, ben kaçtım." Masadan kalkmak üzereydim ki amcam beni durdurdu. "Bu arada, ikinci aileyle ilgili bir sorun falan olursa amcana söylemekten çekinme."

  "Baba!" dedi ikinci kardeş öfkeyle. "Bu çok yardımcı olur bak!"

  "Tamam, peki... Pete iyi." Duraksayarak başımı salladım.

  "O geri döndü, baba." Tankhun öfkeyle çıkıştı. "Onu sevmiyor musun yoksa?"

  Bir süre normal kalmaya çalışarak ona baktım.

  "Ben gideyim," dedim ve odadan çıktım. Bu piç şu dünyadan ne zaman göçüp gidecekti?

  Endişelerimden kurtulmak adına elimi ve yüzümü yıkamak için gitmeden önce tuvalete uğradım. Kabul etmekten nefret etsem de kahretsin!

  Bu şeytanla savaşmaya devam edecektim, evet, şeytanla savaşacaktım, ama gerçek şeytan bendim.

  "Sorun ne?" Uzun bir süre lavaboya baktım. Sonra en küçük kardeşi duvara dayalı olarak gördüğümde ona aynadan sığ bir gülümseme sundum.

  "Son zamanlarda biraz yorgunum..." Sözümü bitirir bitirmez dışarı çıktım, şirkette kalanlar gidiyordu. GameMaster nasıl tasarlanmıştı acaba?

  Usta olmak herkes için eğlenceliydi eğlenceli olmasına ama bu tür oyunlar oynamayı ayrı bir seviyordum; bilgeliği ölçmek dışında, şansı da ölçmek için hala gerçek oyunu kullanmam gerekiyordu.

-Bölüm Sonu-