[Utsukushii Kare] Kısım 3: Güzel Adam

 Kısım 3: Güzel Adam

   Uygun bir gofer olmasına rağmen Hira, Kiyoi'nin arkadaş grubunun en düşük rütbeli üyesi oldu. Hala onun için "Hi-kun" evcil hayvan adını kullanıyorlardı, ancak Yoshida ile yaşanan o olaydan sonra, sınıflarındaki hiç kimse aynı şeyi yapmaya cesaret edemedi. Çöp her zaman çöp olsa ve öyle kalacak olsa da, onu hala böyle görmelerine rağmen, o krala ait bir çöptü.

  "İki jambonlu sandviç ve bir de tatlı. Sonra da her zamanki elma suyu."

  Dördüncü periyot yeni bitmişti ve Hira, Kiyoi'ye yetişmek için acele etti. Kiyoi günün menüsünü listeledi ve dolaylı olarak Hira'ya gidip kafeteryadan almasını söyledi. Bazen evden bir beslenme çantası getiriyordu ama o zaman bile meyve suyu istiyordu. Hira'ya her gün onun için ayak işleri yaptırıyordu. 

  "Hi-kun, kahve aromalı papico şeker istiyorum."

  "Ben de köri ekmeği alacağım- Ah, hayır, aslında sosisli rulo... Ve cipsler." 

  Yaz hemen köşeyi dönmek üzereydi ve ne zaman yağmurlar arasında kısa bir ara olsa, hava sıcak ve rutubetliydi. Diğer herkes dondurma sipariş etti. Hira hiçbirini unutmamak için beceriksizce telefonuna notlar alıyordu. Memnun görünmüyordu pek. Kiyoi'nin onu kullanmasına izin verecekti ve diğerleri bundan faydalanıyordu. Efendisi sadece Kiyoi idi. O bir şapşaldı ve bunu kimse inkar edemezdi ama bununla gurur duyuyordu. Son zamanlarda Kaptan Ördek'i bile düşünmüyordu.

  Hira her şeyi not ettikten sonra sınıftan çıktı. Ne zaman ayak işlerini yapsa, Kiyoi'yi kesinlikle gereğinden fazla bekletmemek için tüm gücüyle koştu. O geri döner dönmez herkes kendi eşyalarını almak için çantaya uzandı ve Hira'ya borcunu ödedi. 

  "Siktirçç. Üzerimde hiç nakit yok. Hi-kun, gelecek hafta sana geri ödeyebilir miyim?"

  Shitaro, söz konusu parayı ertesi hafta getirmeye hiç niyeti yoktu belli ki. Hira'nın içinde bunun doğrudan haraç almaya doğru gittiğine dair ürkütücü bir his vardı. Shirota bunu devam ettirirse diğerlerinin de ödemeyi bırakması an meselesiydi. Kısa süre sonra kendi parası da bitecek ve annesinin cüzdanından almak zorunda kalacaktı. Aklında daire şeklinde bir ip belirdi ve tam o sırada ona bir el uzandı.

  "Al." Kiyoi iki parmağının ucu arasında 500 yenlik bir madeni para tutuyordu ve Hira tam bir refleksle elini uzattığında, Kiyoi madeni parayı avucuna düşürdü. Ancak, Kiyoi zaten eşyalarının parasını ödemişti. 

  "Kiyoi, olmaz. Nasılsa gelecek hafta paramı alacağım." Shirota bağrışmaya başladı.

  "Öyleyse gelecek hafta bana geri ödersin," dedi Kiyoi.

  "Bunu neden bu kadar büyüttün-"

  "Sorun yok. Şunun yüzüne bak. Güdük gibi. Gidip öğretmene veya anasına ağlarsa sorun olmaz ama kendini öldürür de internete 'zorbalar' diye düşersek o zaman yanarız."

  Herkes kafasını aynı anda çevirip Hira'ya baktı. "Hi-kun, kendini mi öldüreceksin?"

   "İstemiyorum, bu yüzden beni zorlama". Sözler Hira'nın dilinin ucuna gelse de asla konuşamadı. Konuşmak yerine elinin kenarlarını kaldırdı ve ağzını gülümsemeye benzeyen bir şeye çevirdi fakat Shirota ve diğerleri hala ürkmüş görünüyordu. 

  "Sizi korkutmak çok kolay," diye içini çekti Kiyoi. Shirota alay etti ve sessizce özür diledi. Kiyoi sadece başını salladı ve sandviçindeki selofanı soymaya başladı. Çevresini önemsiyormuş gibi göründüğü nadiren görülürdü. Shirota ve diğerleri etrafta oynayıp şakalaşırken bile, Kiyoi her zaman sıkılmış görünüyor ve telefonuna yapışıyordu. 

  Mesele şu ki, Kiyoi öyle görünmese bile aslında çevresinin oldukça farkındaydı. Az önce olan buydu. Hira'nın aklından bir an için geçen korkunç bir geleceğe dair o uçup giden düşünce - "beni kendimi öldürmeye zorlama" Bir milyon yıl geçse de zorbaların onun duygularını dikkate almasını beklemiyordu. 

  Kiyoi orada olmasaydı, diğer aptallar onu acımasızca köle olarak kullanmaya devam edeceklerdi ve sonunda Hira muhtemelen asla geri dönemeyeceği bir yere gidecekti. Kiyoi bunun olmasını engellemeyi başarmıştı. 

  O gerçekten benim kralım.

  Hira parayı alıp yerine koyarken Kiyoi'yi sessizce övdü; cüzdanında değil, tamamen ayrı bir bozuk para cüzdanına... Diğerlerinden aldığı parayı normal cüzdanına koyuyordu ama Kiyoi'nin eline değen paralar farklıydı ve Hira'nın onları yanlışlıkla harcamadığından emin olması gerekiyordu. Paraları ayırırken başını öne eğdi. Kiyai ona çok şey vermişti. Shirota'nın ödemesi gereken tutarı eklese bile yine de 100 yen çok fazlaydı. Geri ödemek zorunda kaldı.

  "Kiyoi-kun." Hira konuşur konuşmaz Kiyoi başını çevirdi ve her zamanki gibi Hira'nın göğsünün sıkışmasına neden oldu. Diğerinin emir veren bakışları ona takılıyken, Hira avucuna uzandı ve elinde 100 yenlik bir madeni para tuttu. 

  "Ne var?"

  "Fazla verdin." Artan madeni paraya baktı.

  "Sende kalabilir."

  Hira'nın gözleri şaşkınlıkla fırladı. "Ama---"

  "Bahşiş işte. Gidip kendine dondurma falan al."

  Shirota burnundan soluyordu, "Ne kadar iyisin, Hi-kun!" Kıkırdayarak ekledi, "Biraz dondurma ye ve kendini öldürme, olur mu?"

  Hira madeni parayı elinde sımsıkı tuttu. "T-T-Teşekkürler," dedi yüzü tamamen kıpkırmızı kesilerek, gözleri Kiyoi'ye dikilmişti.

  Diğerleri kahkahalarını tutamadılar ama Kiyoi sadece tiksintiyle kaşlarını çattı ve iki çift kelime mırıldandı: "Sinir bozucu." 

  Hira kendi sırasına geri döndü ve Kiyoi'nin bahşişini dikkatle bozuk para kesesine koydu. Muhtemelen sinirlenip onlara azarlamalıydı ama yapamadı. Sanki kalbini hoplatan harika bir hediye almış gibiydi. Kiyoi, onu incitirken onu mutlu etmek gibi özel bir yeteneğe sahipti. Kiyoi ile tanıştıktan sonra, Hira'nın vücudundaki tüm duygular tamamen kırılmış, tuhaf bir karmaşaya dönüşmüştü. 

  O gün okul bittikten sonra Hira, tren istasyonuna yakın bir mağazaya uğradı. Genellikle yanından geçip giderdi. Bir dergi standının yanında bir kız öğrenci sürüsü toplanmıştı. Hira dükkâna girdi, oysa orası mutlak şirinlik dışında herhangi bir şeyin girilmesini yasaklayan bir tabelaya sahipmiş gibi hissettiriyordu. Hızla köşeyi buldu. Bir sürü puantiyeli ve pastel renkli tabaklar diziliydi. Hira hafif bir şaşkınlıkla etrafına bakındı, aradı. 

  "Onun nesi var?" Hira, arkasından bir fısıltı duyduğunda aniden olduğu yerde durdu.

  "Belki kız arkadaşına hediye bakıyordur."

  "Mümkün değil. Böyle birisinin sevgilisi olmaz."

  Böyle birisi...

  "Ama yeterince uzun."

  "Boyu yetmez ki. Ya yüzü?"

  "Sıradan. Düzgünce bakabilmem için saçları fazla uzun."

  Kabalardı.

  Eve giderken beceriksizce trende ne yapacağını düşünerek vakit geçirdi. Az önce gittiği dükkân sadece şirin şeylerle doluydu ve hiçbiri de istediği gibi değildi. Puantiyelere veya başka aşırı süslemelere ihtiyacı yoktu. Daha basit bir şeye ihtiyacı vardı - tatlılıktan çok güçlü ve şeffaf olması gereken türden şeylere. Mükemmel bir şey bulmaya çalışırken aklına bir fikir geldi. Kapılar açılır açılmaz Hira trenden atladı. İstasyondan evine gitmek için on dakika koştu, girişte ayakkabılarını fırlattı ve mutfağa gitti. "Anne, büyükbabamın hatıralarını nereye koydun?"

   Hira'nın annesi arkasını döndü. Akşam yemeğini hazırlamanın ortasındaydı. "Neden birdenbire bunlara ihtiyacın var?"

  "Bilimsel deneyler için kullandıklarınıza benzer küçük bir matarası vardı. Nerede?"

  "Sanırım tavan arasına bir yere koydum."

  Hira merdivenlerden yukarı ve tavan arasına kadar ilerledi. Tavan alçaktı, onu eğilmeye zorladı ve okul üniformasının dizlerinin tozla kaplanması uzun sürmedi. Üst üste dizilmiş kutuları aradı ve  'Büyükbaba Hira'nın Hatıraları' etiketiyle yaklaşık dört koli buldu.

   Sonunda aradığını bulmuştu. Aşağıya inmeden önce kutuların hiçbirini yerine koymadı bile. 

  O kadar tozu mutfağa getireyim deme sakın!"

  Hira mutfak kapısında belirir görünmez annesi onu azarladı ve o da banyoya gitmek için yön değiştirdi. Önce matarayı sabunla iyice temizledi, sonra temiz bir havluyla iyice kuruladı.

  Az önceki aldığı kolinin içindekinden tamamen farklı duruyordu.

  Yuvarlak tabanı avucunun içine tam oturuyordu. Fen dersinde kullandıkları mataralardan farklıydı. Camın kalınlığı, kendi başına mükemmel bir şekilde durmasını sağlıyordu.

  "Demek bu şeylere ilgi duymaya başladın? Gittikçe büyükbabana benziyorsun." Hira'nın annesi banyoya baktı

  "Bunu ünlü bir adam yaptı, biliyorsun. Büyükbaban hobilerini gerçekten çok seviyordu, bu yüzden bir sürü porseleni, parşömeni filan vardı. Ne zaman gelseler, bana tek bir bitkiyi bile besleyemediğim için öğüt verip dururdu." 

  "Hmmm." 

  "Acaba gözlerinin güzelliğini ondan mı aldın?" Her nedense, bu Hira'yı iyi hissettirdi. İki yıl önce vefat eden büyükbabasının iyi bir zevk sahibi olduğu inkar edilemezdi. İçine kapanık Hira'yı bir sürü müzeye, sergiye, buluşmalara götürmüştü.

   Dedesinin ona gösterdiği dünya, okuldaki maymunlardan çok daha güzeldi. 

   "Hala fotoğraf çekiyorsun, belki de  gelecekte sanatla ilgilenen birisi olacaksın."

  "Olmaz. Bunun için sanat okuluna gitmem gerekir."

  "Öyleyse gitmelisin. Ya da fotoğrafçılık oku. Hatta bazen bana fotoğraflarını bile gösterebilirsin."

  "Hayır." Kısa bir cevap verdi ve çantasını ve matarasını alıp odasına gitti. Anne ve babasının ona çocukken hediye ettiği fotoğraf makinesi hala onun hobisi olarak kalmıştı.

  Onu ilk kez fotoğraf çekmek için dışarı çıkardıkları sefer bir felaket olmuştu ama fotoğrafları nasıl düzenleyeceğini öğrendiğinde bundan hoşlanmıştı. Boş olduğu günlerde iş merkezlerine gider, kalabalık yerlerde fotoğraf çeker ve sonra hepsini düzenlerdi. Silinmiş insanlardan boş bırakılan yerleri dikkatle doldururdu. Sıkıcı ve yavaş bir işti ama hiçbir şey düşünmesi gerekmediği bir dönemdi. Her günün üzüntüsü, öfkesi ya da zavallılığı uzak bir anıdan başka bir şey olmazdı. Beyaz kağıtla baş başa kaldığı için kendini rahat hissediyordu. 

  Bu şekilde oluşturduğu görüşleri beğeniyordu. Normalde içinde bir sürü insan olan her türden manzara birdenbire kimsesiz kaldı. Öfkeli bir tanrının gazabıyla sarsılan uğursuz bir evren gibiydi. Bir gün kana benzeyen turuncu bir filtre eklediğinde bundan daha da memnun olduğunu fark etti. Resmin parlaklığını arttırdığı için neredeyse şeffaf görünmesini sağladığı bu dünyada hiç kimsenin olmadığı zamanları tercih etti. 

  Bir boşluk hissi uyandırdığı kadar ürkütücü gelmiyordu. Ama kasvetli bir manzaraydı. Bu nedenle de, onu ailesine asla göstermedi. 

  Kekeleyen ve ilkokuldan beri arkadaşı olmayan çocuklar... Okula uymadığını zaten biliyorlardı, bu yüzden onlara böyle bir şey göstermek kesinlikle onda bir sorun olduğunu düşünmelerine neden olacaktı. Tek oğulları böyle olmak zorunda olduğu için kendini kötü hissetti, ancak elden ne gelirdi ki? Tüm hoşnutsuzluk ve endişeleri, göçmen bir balık gibi daireler çizerek içine sıkışmıştı. 

  Hira matarayı masasına koyarken kafasındaki düşünceleri uzaklaştırdı. Madeni paraları koyduğu küçük bir tepsi çıkarmak için aşağıdaki çekmeceyi açtı. Onları teker teker şişeye attı. Hafif bir tıkırtıyla cama vurdular. 

  Bir tane daha. 

  Sonra bir başkası.

  Ayak işlerini yapması için Kiyoi tarafından kendisine verilen madeni paraları ve sonundaysa bugünden kalan parayı eklemek için cüzdanını çıkardı.

  Masanın yanındaki sandalyeye oturdu ve pencereden gelen güneş ışınlarının matarayı yeşil ve maviye boyamasını izledi. İğrenç derecede tatmin ediciydi. Ve bu tatmin miktarı, hissetmesine izin verilenden bile fazlaymış gibi, yoğun bir duyguyu da beraberinde getiriyordu. Göğsü sıkışıyormuş gibi... Acı verici ve neşeliydi ve nefes alamıyormuş gibi hissetti. Daha önce hiç böyle hissetmemişti. Ama bu hissin ne olduğunu çok iyi biliyordu. 

  'Bahşiş işte. Gidip kendine dondurma falan al.'

  Sanki dondurmaya harcamak istermiş gibi! Hayır, bunu avucunun içinde yakmak istiyordu.

  Bu duygunun adı aşktı.

  -Bölüm Sonu-