[KinnPorsche] 44. Bölüm - Son

 Bölüm 44.1

  Porsche

  "Ya Vegas'a ne dersin?" Gözlerinin içine bakarak sordum. 

 "Bana hiçbir şey söylememişken nereden bileyim?" Ona karşı hoşnutsuzluğumu belirtirken her kelimeyi açıkça vurguladım. 

  Kinn'e bakmak için başımı kaldırmaya çalışsam da düşen gözyaşları görüşümü bulanıklaştırdı.

  "Bilmek mi istiyorsun? Gerçekten bilmek istiyorsun, değil mi?" Kinn avını yakalayan bir yırtıcı gibi önümde durdu. Gözleri öfkeyle parlıyordu. 

  "Söyle bana!"

  Onunla aynı tonda, yüksek sesle bağırdım. Artan endişemi bastırmaya çalışsam da Kinn'in bu yanı, en çok korktuğum şeydi.... Delilikle boğulmuş bu yanı... 

  Gerçekler beni ne kadar incitse de, konuşmasını, yüzüme söylemesini istiyordum. Ama teslim olmuştum. Yine Kinn'e teslim olmuştum...

  "Sana söylemedim çünkü hislerin için endişelendim, Porsche. Dayanabilir misin, dayanamaz mısın bilmiyorum. Bunun acıyı geri getirip getirmeyeceğini bilmiyorum... Seni uyardığımda bile beni dinlemedin. Şimdi sana gerçeği söyleyeceğim. Vegas seni otelde zehirleyen adam. Sana o lanet uyuşturucuları veren, o! Tam bir puşt! Siktir!" 

  Söyleyecek söz bulamıyordum. Eğer öne sürdüğü şey doğruysa, Kinn'le ilk ilişkimi yaşadığım gün Vegas'ın eseri olduğu anlamına geliyordu. O zaman, neden geçmişte bana söylememişti? Neden beni bu kadar aptal rolüne soktu?

  "Neden bana daha önce söylemedin?" Zorlukla yutkundum. Aklıma kötü günlerin anıları geldi. 

  Onu şimdi gerçekten sevsem de onunla olduğum ilk seferimin hikayesi farklıydı. O zamanlar öyle acı vericiydi ki, sadece kalbimi yaralamakla kalmadı; varlığımı, akıl sağlığımı sorgulamama neden oldu ve unutmam uzun zaman aldı.

  "O zamanlar çok acı çektim ben, Porsche... Seni çok fena seviyorum. Vegas sana bunu yaptığı için öyle kırılmıştım ki, onunla kendim ilgilenecektim. Ama sen ona nasıl güvenebilirsin ki..? Aynı güveni bana vermen için sana yalvardım. Senden kaç kez bana güvenmeni istedim, Porsche? Onun neler yapabildiğini henüz göremedin mi?" 

  Kinn kıpırdamadan durdu ve bana yüksek sesle hırladı. Gözlerinde öfke ve acı birbirine karışmıştı ve söylediklerinde aslında kısmen suçluydum.

  (Ç/N: Şahsi fikrim şu; Kinn o gece Porsche'la olduğu için vicdan azabı çekti zaten ama Porsche'un gözünde tek suçlu Kinn. Kinn bence kıskanmaktan da öte, Porsche'a üzülüyor çünkü yaşadığı şeylerden Vegas da suçlu)

  "Ona asla güvenmiyorum ama başka seçeneğim yok!" 

  Kinn'den uzaklaşmak için bir adım geri adımlayıp sırtımı bir anlığına duvara dayadım. Dizlerimin zayıfladığını hissettim ve bu ezici ağrı, dayanılmazdı. 

  En acı yanı, az önce duyduğum gerçek değiş, Kinn'in durumuydu. 

  Bana çok kızgındı, biliyordum ama bana böyle davrandığını görmekten tiksiniyordum ben asıl.

  "Peki, söyle o zaman bana, ne yaptınız?! Onunla nereye gittin?!" Kinn tekrar bana doğru yürüdü ama babasının beni yemeye teşvik ettiği Rang Nok (kuş yuvası çorbası) dahil masanın üzerine konan her şeyi yere süpürdüm. Her şey darmadağın oldu. 

  "Ne saçmalıyorsun sen?!" 

  Kinn durup yerdeki kırık bardağa bakana dek yüksek sesle karşılşık verdim. Bir an önce şeytanınki gibi parlayan gözleri hafifçe titremeye başladı. 

  Bana baktığında, şu anda dağılmamak için kendimi kontrol etmeye çalıştığımı fark ettiğini anladım.

  "Porsche, sakın kıpırdama. Kırıklar seni kesebilir." Kinn sesini alçaltıp beni durdurmak için elini kaldırdı. Sanki ıstırabını bastırmaya çalışıyormuş gibi derin bir iç çekti ve benim de duygularım için endişelenmesi gerektiğini fark etmeye başladı.

  "Ana aile benimle ne oynuyor? Baban... Baban benim ailemin ölümüne karıştı, değil mi?" Pantolonumun cebinden cüzdanımı çıkardım. Sonra Athi'nin bana verdiği fotoğrafı çıkardım. Khun Korn'un beni çocukken tuttuğu ve şiddetle Kinn'in yüzüne fırlattığı bir resim...

  Kinn fotoğrafı alıp şaşkınlıkla kaşlarını çattı.

  "Bu da ne?"

  "Asıl benim sormam gerekiyor. Ana aile senin koruman olmamı istiyor?! Kahretsin! Ama neden? Seni koruyabilecek kadar iyi olduğumdan değil... Ailem yüzünden, değil mi?" Yavaşça yere çöktüm.

  "Bilmem gereken başka bir şey var mı? Başka herhangi bir şey, Kinn?"

  "Porsche, bu çocuk sen misin?"

  "Senin ailen benimkiyle ne haltlar yiyor? Siz annemle, babamla, kardeşimle ve benimle kaç kez dalga geçtiniz... Bana dokunma!" Kinn'in uzanıp kolumu tutmaya çalıştığını görünce geri çekildim.

  "Porsche, anlayamıyorum. Benim bu konuda hiçbir bilgim yok." Kinn'in daha yumuşak tonu beni en ufak bir sakinleştirmedi. 

  "Ben ve kardeşimle ne oyunlar çeviriyorsunuz?"

  "Porsche, bilmiyorum. Ne ima ediyorsun?" Artık hiçbir şey duyamıyordum. Anlayamıyordum. 

  Arkamı dönüp kapıyı şiddetle açtım, odadan dışarı fırlayıp doğrudan Kim'in yanına gittim. Kardeşinin evinin ön kapısını çarparken gözlerimdeki yaşları sildim.

  Tak! Tak!

  "Porsche, ne yapıyorsun sen?" Kinn beni takip etse de umurumda değildi.

  "Nasıl kapıyı çalacağını bilmiyor musun - ne sikim?!" Kim hüsranla kapıyı açtı ama yüzümü görünce durup gözleri arkamdaki Kinn'e baktı. 

  "Kardeşim nerede?"

  "Hey, ne oldu?"

  Che kendini kapı ile Kim arasına soktu. Zayıflamış bedenimi incelerken endişeyle tepeden tırnağa bana baktı. 

  "Benimle geliyorsun." Bu evden çıkıp gitmeye hazırlanırken Che'nin bileğini kavradım.

  "Hey..." Kinn'in sesi, küçük kardeşime yardım için ağlıyormuş gibi seslendi. 

  "Hey, ayağın kanıyor. Önce yaranı sarayım." Che elimi tuttu.

  "Ben iyiyim. Benimle gelsen yeter." Hala Che'yi çekmeye çalışmaktan vazgeçmedim.

  "Burada neler oluyor Kinn?" diye sordu Kim, abisine dönerek.

  "Porsche, gerçekten hiçbir şey bilmiyorum. Her kızdığında kaçıp gitme artık. Anlaştığımız gibi dışarı çıkma." 

  Kinn bana sarılmak için elini kaldıracakmış gibi sırtımda durdu ama ondan kaçındım.

  "Bana dokunma. Che, benimle geliyorsun." Che'nin yüzü şimdi son derece sıkıntılı görünüyordu. Bana ve Kinn'e dönüşümlü olarak baktı.

  "Seninle kesinlikle geleceğim. Seninle her yere gelirim. Ama önce yaranı sarabilir miyim?" Porsché elimi sıkıca tuttu.

  "Önce odaya gel. Kim, lütfen şimdilik Kinn'in odasına gider misin? Abimle kalmak istiyorum." Che, elimden tutup beni odaya çekti ve Kim'i dışarı itti. 

  Kardeşimin yüzünün endişe ve bastırılmış korkuyla dolu olduğunu görünce dudağımı ısırdım. 

  "Neden Kinn'den uzaklaşmak istiyorsun? Gel hadi." Ve tüm oda sessizliğe gömüldüğünde, Che beni yatağın ucuna doğru çekti.

  "Çok acıyor mu?" Che yere oturup nazikçe ayaklarıma dokundu. Kırık bardağın parçaları, muhtemelen ben fark etmeden ayağımı kesmişti. Acıyı hissetmemiştim.

  "Özür dilerim, Porché."

  Gözlerimden tekrar yaşlar süzülerek kardeşime baktım. Güçlü olacağıma kendi kendime söz verdim. Küçük kardeşime, güvenmesi için iyi bir rol model olmuştum. Bu dünyada ihtiyacı olan her şey olacağıma dair... 

  Ne olursa olsun yanında olacağım, zayıflık göstermeyeceğim ve onu asla yalnız hissettirmeyeceğim. Ama bugün yapamam. 

  Gerçekten yapamadım. En güçlü olmaya yemin ettiğim kişinin önünde kontrol edilemeyen zayıf yanımı gösterdim. Porsché korkmuş olmalıydı.

  Ben, onun kalesi olmayı vaat eden kişi şimdi onun önünde ağladığı için kendini güvensiz hissetmiş olmalıydı... Ama tüm bunlar benim suçumdu. 

  Kinn'le ilişkiye girdiğimden beri gücüm yarı yarıya azalmıştı. Biliyordum çünkü onu bazen kendimi sevdiğimden çok daha fazla seviyordum. 

  Onu sevdiğim için bu kadar zayıf birisi olmuştum.

  Özür dilerim, Porché, abin bu kadar aptal olduğu için.

  "Yaranı senin için temizleyeceğim." Che yarayı benim için nazikçe temizlemek için Povidon-iyodin ile nemlendirilmiş bir pamuk top kullandı. 

  "Che, seni hayal kırıklığına mı uğrattım?" Sesimin çatlamaması için boğazımdaki yumruyu yutmaya çalıştım. 

  "Hayal kırıklığına uğrayacak ne varmış ki?" Che bir anlığına bana bakıp sonra yarama bakmaya devam etti.

  "Beni böyle görüyorsun ya..."

  "Bu mu yani?" Sorumdan incinmiş gibi irkildi.

  "Sen benim en sevdiğimsin, abi. Sahip olabileceğim en iyi abisin ve her zaman benim idolümsün." Yukarı bakıp bana gülümsedi.

  "Beğendiğin bir yara bandı seç." Che bana sarı ve mavi alçıları gösterince ben de şefkatle saçlarını ovuşturdum. 

  "Mavi olsun." Sadece kalbime dokunan tüm o sevimli çizgilerden sonra ona bakabildim. Hala bundan sonra ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. "Kim'i çok mu seviyorsun?"

  "Hmm."

  Porsche bandı sürmeyi bitirince her şeyi toplayıp yanıma oturdu.

  "Ne yani, Kim'i çok mu seviyorsun?"

  Açıkça cevap vermediği için soruyu tekrarladım. 

  "Çok dersem, bana vurur musun?" Che gülümseyerek cevap verdi. Cevabı bunu açıkça ortaya koyuyordu. 

  Che, burada kaldığımızdan beri Kim'in tarafına bağlıydı. Pek de benden farklı olmamalıydı aslında. Bu durumdan kurtulmanın kolay bir yolu yoktu.

  "Eğer öyleyse... Yani, ana aile diyelim..." Gerçekler canını yaksa bile bu konuyu kardeşimle konuşmam gerektiğini bilerek dudaklarımı birbirine bastırdım. 

  "Ailemizin ölümüyle ana aile bağlantılı olsaydı, ne yapardın?" Bunu söyledikten sonra derin bir nefes aldım.

  "Ne demeye çalışıyorsun?" Porsche bana boş boş baktı. 

  "Şey, henüz emin değilim ama bu bir olasılık."

  "Eğer durum buysa, nasıl dahil oldular? Anne babamızı onlar mı öldürdüler yoksa sadece onların öldürüldüğüne mi tanık oldular?"

   Che kulağa şaşırtıcı derecede sakin geliyor. Hatta benden daha mantıklı düşünüyordu.

  "B-bilmiyorum." 

  Şu an için gerçekten hiçbir şey bilmiyordum. 

  "Nasıl dahil olduklarını sorardım. Hangi nedenle ve ana aileden kimlerin dahil olduğunu da. Ancak o zaman ne yapacağımı bilebilirdim."

  "Kim'e hiç kızmaz mıydın?"

  "Neden kızayım ki? Ailemizin öldüğü o zamana geri dönersek, Kim muhtemelen sadece bir çocuktu. Uyumak, ayak parmaklarını emmek ve oynamak gibi şeylerle... Bu yetişkinlerin sorunları, neden gençleri dahil edelim?"

  "Kim'i çok seviyorsun, değil mi?"

  "Ailemize bunu yapanları asla affetmeyeceğim. Ama önce hikayenin tamamını öğreneceğimden emin olmalıyım."

  "Kim'in bir şey bilmediğinden emin misin?"

  "Bilmediğine inanıyorum, hatta Khun Kinn'in de. Ama başından beri bildiğini ve benden sakladığını öğrenirsem, artık bu evde kime güveneceğimi bilemem."

  "..."

  "Ama bütün aile gerçekten ailemizi öldürdüyse, burada kalamam."

  "Peki ya sonra, Kim'le bağlarını kesebilir misin?"

  "Siktir, annem ve babam hayatımızdaki en iyi insanlar ve eğer bir gün bir seçim yapmak zorunda kalırsam, başka birini seçmem." Che elimi sıkıca tutarken bana hafifçe gülümsedi.

  "Ben de. Birini ne kadar seversem seveyim; kardeşime zarar verirse ya da anne-babamızı ilgilendiren bir şeye dahil olduysa, daha uzun süre birlikte olmamızı engelleyen herhangi bir şey varsa, onları affedemem."

  "Ben her zaman onun yanındayım. Şu anda bile neler yaptığını biliyorum. Bu durumun ne kadar zor olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ama unutma ki, senin yanında olmak için dünyaya sırtımı dönmeye hazırım." Porsché başını usulca omzuma yasladığında hafifçe hıçkırdım.

   Kardeşimin beni sevdiğini biliyordum elbette ama o anda, o sevginin derinliğini anladım. Gözlerimizden ağır yaşlar düşerken elini sıkıca tuttum. 

  "Öyleyse, ailemizin ölümüyle ilgili gerçeği öğrenelim, olur mu?"

    "Sikeyim, sen bir şeyler mi biliyorsun yoksa?" Che bana baktı, ben de ona öğrendiğim her şeyi anlatmaya karar verdim. Che de artık ana ailenin bir parçası olduğu için, en küçük mafya oğluyla olan ilişkisine ne kadar ağırlık vereceğini bilmesi gerekiyordu.

  Diğer Sabah

  "Bundan sonra Khun Kinn ve Kim'in nedenini dinleyeceğine söz verir misin?"

   İkimiz odadan çıkmadan önce Che elimi tuttu. Neyse ki motosiklet anahtarları hala bendeydi. Hızlı bir duş alıp kardeşimden ayrılmaya hazırlandım.

  "Hmm..."

  Başımı salladım ve elini sıkıca tutarak evin bodrum katına doğru yürüdüm.

  "Porsche, Che, nereye gidiyorsunuz?" Şaşkınlıkla beş buçuğu gösteren saate baktım. Geceyi Kim'in odasında kardeşimle geçirdim ve ikimiz bir şeyler yapmaya karar vermiştik, bu yüzden de kimsenin bizi görmemesi için erken ayrılmayı planladık. 

  "Erken mi uyandın?" Bize doğru yürüyen Pete'e sordum. 

  Antrenman kıyafetleri içinde, her sabah yaptığı bir koşuya gidiyormuş gibi görünüyordu.

  "Her gün uyandığım normal saat bu. Nereye gidiyorsunuz siz?" Pete bana şüpheyle baktı. 

  "Ah, bu piç acıkmış da, ben de yiyecek bir şeyler alacağım." Che'yi göstererek yalan söyledim.

  "O zaman sizinle gideyim. Ön sokaktaki tofu restoranı süper lezzetli."

  "Sana alırım ben. Spor salonuna mı gidiyordun hem sen? Devam et." Onu başımdan kovdum.

  "Ama ben..."

  "Dışarı çıkabilir misin ki? Artık korkmuyor musun?" Pazarlık yapmak için zayıflığını kullandım. Kinn veya Kim uyanmadan onu yolumdan çekmeliydim. 

  "Oh, unutmuşum..." Pete hatırladı.

  "Ama ben açım, o yüzden acele et ve al. İki torba tofu al."

  "Hmm." Onu onayladım. Bana tekrar seslendiğinde arkamı dönüp kapıdan çıkmak üzereydim.

   "Porsche, güney köri yemeği kimin?" Lanet olsun! Dün Vegas onu Pete'e vermemi istedi ama sonrasında ben Khun Korn'la karşılaşınca tamamen unuttum.

  "Ah, ben aldım." Yüzümün kenarını kaşıdım. 

  "Öyleyse neden buzdolabına koymadın? Bkasana, köri çoktan köpürmüş." Pete mırıldandı ve kaşlarını çattı.

  "Unutmuşum ya... Isıt da senin olsun."

  "Ne? Çoktan bozulmuş ki bu. Daha önceden görseydim, bir ısırık alabilirdim. Ne israf..." dedi Pete hayal kırıklığı içinde ama şimdilik en az önceliğimdi. 

  Pete'e el salladım ve sonra Che'nin kolunu yakaladım. Vegas'ın çabalarından dolayı kendimi suçlu hissetsem de şimdilik umurumda değildi. 

  "Ekstra sosumu unutma." Pete arkamızdan bağırdı. 

  Garaja yürüdük ve motosikleti evin dışına ittik. Kapıyı açmadan önce diğer korumalar bir süre bize baktılar.

  "Hey, neden arabaya binmiyoruz? Uzun bir yol." Ben kafasına bir kask bağlarken Che arkamdan yüklendi. 

  "Genelde de böyle giderdik, hatırla. Eskiden hep böyleydi, şimdi neden değişelim ki?" Porsché'a rüzgar geçirmez bir ceket giydirip hemen motoru çalıştırdım. 

  Geriye uzanıp güvende olduğundan emin olmak için kardeşimin kolunu belime doladım. Sabah esintisinin soğuğu yüzünü sırtıma yaslamasına neden oldu. Bu kardeşimin en acılı dönemlerinden biri olabilirdi ama bunun bir an önce olup bitmesini istiyordum.

  Biraz daha dayan ki  bundan sonra ne yapacağımıza karar verebilelim.

  Gökyüzü aydınlanmaya başlayınca önce sabah pazarına uğradım. Che'ye biraz para çekerken gidip bazı şeyler almasını emrettim.

  "Hey, önce çörek yiyelim." Che ağzıma küçük bir çörek koydu ve içmem için bana şişelenmiş su verdi. "Her şeyi satın aldın mı?"

  "Hmm." Kafasını sallayıp çantayı yüzüme tuttu.

  "O zaman acele edelim. Daha yolun yarısı bile değiliz." Che yakındaki çöp kutusuna yürüdü ve ardından arkamdan sıçradı. Şehirden çıkıp ormanlık bir alana girdiğimizde yol boyunca ilerlemeye devam ettik.

   Temiz hava ve yemyeşil çevrenin sükuneti beni hiç gülümsetmedi. Tepeyi dikkatli bir şekilde tırmandım. Dik bile değildi ama arkamdaki piçin düşeceğinden endişeleniyordum. Dün gece uykusuzluktan biraz başım dönmüştü, bu yüzden serin esinti tenime dokunduğunda uykum gelmişti bile. Bu yüzden motoru tekrar yolun kenarına park edip yüzüme biraz su çarptım.

  "Sikeyim, Kim arıyor!" Che, erkek arkadaşından gelen on cevapsız aramayı görmem için telefonunu bana verdi.

  "Evden çıkmadan önce kendi telefonumu kapattım ben. Telefonu açıp Kim'le konuşmak istersen sorun olmaz." Bir sigara yakıp içmeye başladığımda yolun kenarında dikeliyordum.

   "Açmayacağım. Ayrılalı henüz beş saat oldu. İşler o kadar da kötü olmaz, değil mi?" Soğuk, tatsız bir çörek yiyerek yolun kenarına oturdu.

  "Eğer ki işler kötüye giderse, bu ilki olmayacak. Nihayetinde hayat zorluklarla dolu ve biz bunun farkındayız. Bu dünyada, insan zihni en korkunç olanı. İkimiz de zayıf görünüyoruz..." 

  Gözlerimin görebildiği kadar uzağa bakarak konuştum. Şu anda yaşadıklarımız bir yanılsama gibi görünüyordu. Güzel, gerçek olamayacak kadar iyi göründüğü için diğerleri kıskanabilirdi fakat güvenli olduğunu düşündüğümüz şey, aslında en tehlikeli olanıydı.

  "HKim'in bana her zaman çok iyimser biri olduğumu söylediğini biliyorsun. Benim gibi biri, iş hayatında kolayca aldanabilir. Kim, beni okumanın çok kolay olduğunu söyledi. Sır tutamam. Rakipler konusunda çok iyimserim. Beni ciddiye almazlar." 

  Che kuru bir şekilde güldü.

  "Sana tepeden bakmaya cesaret etti demek, leş ağzından biraz kan döksem iyi olacak."

  "Ama söylediği aslında doğru. Dediğin gibi, ,kimiz bu dünyada oldukça zayıfız. Biliyor musun, Kim her gün berbat davranıyor, sanki hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi ama gerçek şu ki, iş hakkında her şeyi biliyor. Rakiplerin güçlü ve zayıf yönlerini biliyor. O tamamen işin dışında ama onun gibi insanlar zeki ve oyunu oynamasını biliyorlar. Kolayca ölmek için fazla akıllı olabilir. Aslında, ebeveynlerimizle ilgili konu doğru olsa bile, Kim'e layık olduğumu düşünmüyorum." 

  Kardeşime anlayışla baktım. Bu konu hakkında çok stresli olmalıydı ve tüm bunları söylemesi sadece kalbini sonuçlara hazırladığını gösteriyordu. 

  "Hey, ilişkinizi mahvetmek istemiyorum."

  "Biliyorum. Fakat sonunda kabul etmemiz gereken gerçek bu. Kim hakkında, bir süredir kendimi hazırlıyorum çünkü onu hak etmediğime inanıyorum. Ebeveynlerimizle ilgili meseleye gelince, bu kararımı verdiğimi söylemek için çok erken ama öyle olsa bile, hiçbir şeyden pişman olmak istemiyorum. En azından Kim'e sırtımı dönsem de hiçbir duygu kalmamış olmalı."

  İçini çekti ve çöreği çöp torbasına doldurdu. "Sen çok olgunlaştın, Che..."

  "Doğruyu söylüyorum. En başından beri Kim'e layık olmadığımı biliyorum. Bu yüzden gerçeği öğrensek bile, kendini suçlu hissetmene gerek yok."

   Buna cevap veremedim. Kardeşime acıdım. 

  Son zamanlarda, sürekli Kinn'in işleriyle meşgul olduğum için ona pek dikkat etmiyordum. Mutlu mu yoksa acı içinde mi olduğundan bile emin değildim. 

  "Ben bir Kittisawat'ım, senin gibi güçlü olmalıyım!" Che ayağa kalktı ve yumruğunu başının üstüne kaldırdı. Gözleri kaybolup yarım ay olana kadar bana gülümsedi.

  "Aptal, tabii ki seninle ilgileneceğim." Sigara izmaritimi düşürdüm ve Porsché'nin kafasını sevgiyle ovmak için yürüdüm. Biz kardeştik ve ne olursa olsun birbirimizin elini tutacaktık.

  Mesafenin geri kalanını tepeye doğru sürmek biraz zaman aldı. 

  Her yıl ikimizin geldiği yer... Burası sessiz ve huzurluydu, ıssız ve şehrin karmaşasından uzaktı. Her zaman dinlenmek için mükemmel bir yerdi.

  "Bu yıl bereketli, bu yüzden yemekler biraz lüks," dedi Che gülümseyerek ve pazardan aldığı ördeği diğer yiyeceklerle birlikte bir tabağa koydu. 

  "Sofra nerede?" Sofrayı bana verdi ve pagodanın önünü iki kavanoz külle kaplayacak şekilde serdim. 

  "Anne, bu yıl sana güzel bir çelenk aldık." Che çelengi anne ve babanın resminin yanına koydu. Ben tütsüyü yakarken resmi temiz bir bezle sildi.

  "Biz iyiyiz. Anne ve baba, ya siz nasılsınız? Bu yıl biraz daha mı yaşlı görünüyorum? Buradaki piç kurusu benim daha büyük ve artık bir yetişkin gibi göründüğümü söyledi. Yaşımdan büyük gösteriyorum, ona ve kendime iyi bakacağım. Birbirimize iyi bakacağız, değil mi?" 

  Babamın ve annemin resmine bakmadan önce hafifçe başımı salladım. Fotoğrafın rengi biraz solmuş olsa da güzellikleri hala kalbimdeydi.

  Baba, yoruldum artık. İkinizi de son kez görmek istiyorum. Bundan sonra ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ben çok zayıfım, değil mi? Ben zayıfım ve iyi bir kardeş de olmadığımı görüyorsun. Daha güçlü olmam gerektiğini biliyorum, onu koruyabilmeliyim. Küçük kardeşimi bundan kurtaracağım, değil mi? Anne, baba, lütfen beni de cesaretlendirin.

  Annemle babamın resmine bakarken tütsüyü buhurdanlığa koymak için gözlerimi açtım. Parmaklarım, her iki isimetiketine hafifçe dokundu. Pongpat Kittisawat ve Sai Nam Phueng Kittisawat.

   İkisini de bir kez daha görmek isterdim aslında. Sadece bir kez, ama imkansızdı. 

  Che ve ben buraya yılda bir gelirdik. İlk yıllarda, ebeveynimizin ölüm yıl dönümünün tam tarihine gelmiştik. Ama bir süre sonra, eğitim ve yarı zamanlı işlerle meşgul oldum, bu yüzden yer şehirden biraz uzak olduğu için buraya ancak en uygun zamanda geldik.

   Ebeveynimizin küllerini burada tuttuk ama bir kısmı bize yakın kalması için evde kaldı. Yer, ailemin satın aldığı bir tepe bölgesiydi. Buraya bir tatil evi inşa etmeyi planlamıştım ama Athi her şeyi sattıktan sonra beklenmedik bir şey oldu ve yeni sahibine yalvarmaktan başka çarem kalmadı, o arazinin bir kısmını bana geri satarak aileme bir barınak sağlama nezaketini gösterdi. Hatta taksitle ödeyebileceğimi bile kabul etti.

  "Hey, bunu hatırlıyor musun?" Che beni pagodanın arkasına çağırdı. 

  "Hmm," diye başımı salladım.

  "Geçen yıl kurumuş, bu yıl içinde su var. Daha önce çocukken beni buraya yazı tura atmaya getirdiğini söylemiştin?" 

  "Şey evet, içine bozuk para attığın için seni aldattığım aynı kutsal kuyu. Bir satir gelip sana soracak, seninki hangisi?" dedim sırıtarak.

   O zamanlar ailemi karaya bakmak için takip ettiğim günleri düşündüğümde, Che hala bir çocuktu, zar zor yürüyebiliyordu ve çok saftı, bu yüzden onu suya bir sürü bozuk para atması için kandırırdım. 

  Babamdan biraz para istedi ama babamız vermedi, bu yüzden Che cüzdanını çıkardı ve kuyuya kendisi attı. Ben buruk bir şekilde gülümserken o babamız tarafından ölesiye dövüldü ve ben daha fazla dayanamayıp gülmeye başlayınca babam da beni dövdü. 

 "Sana inanmıştım, yani satir ve oduncu konusunda."

  "Eh, gençken bana ölesiye inanırdın."

  "Gerçekten mi? Gençken gerçekten tam aptalmışım!"

  Ensesine bir tokat geçirdim.

  "Sanki şimdi zamana karşı yürüyormuşuz gibi... Seni ne zaman bir çocuk olarak hatırlasam, seni hep bana aşırı bağlı biri olarak hayal ediyorum. Benden önce yanımdan ayrılamazsın." Derin bir nefes aldım ve ona bakmak için döndüm.

   "Ya şimdi?"

  "Şimdi daha çok Kim'e bağlısın."

  Hızlıca yanıtladım. Güldü ve çantasından bir şey almadan önce hafifçe başını salladı. 

  "Ah.." Che bana bir madeni para uzattı.

  "Bu ne?" diye sordum parayı alarak.

  "Sana tam da bunu diyecektim. Bu kuyu mukaddes bir kuyu. Bir dilek tutup para atarsan, istediğini elde edersin." Porsché başka bir bozuk para alıp sıkıca tuttu.

  "Ne saçmalıyorsun? Ben çocuk değilim."

  "İnan bana. Çocukluğumdan bu yana bile, hala sana inanıyorum." Che omzuyla beni dürttü.

  "Bana ne o zaman?"

  "En mutlunun sen olmasını diledim" dedi Che yüksek sesle ve parayı suya atıp sonra bana döndü. Elimdeki bozuk paraya baktım. 

  "Geçen seneyi hatırladım da, bana çocukken hep benim kadar havalı olmak istediğini söylemiştin, değil mi?"

  "Hmm."

  "Eskiden senin yarı kadar iyi olmak istediğimi düşünürdüm. Şimdi senin kadar havalı olduğumu mu düşünüyorsun?"

   Bana geniş bir gülümseme verdi.

  "Sen benim sandığımdan da güçlüsün, Che."

  "Böyle düşünüyorsan, o zaman çocukken dilediğim şey, gerçek oldu demek."

  "Sanırım oldu..."

  Onunla gitmeye karar vermeden önce sessizce elimdeki paraya baktım. 

  "Keşke her şey sadece bir yanlış anlaşılma olsa. Sonsuza kadar böyle büyümeni diliyorum. Ve diliyorum ki... Kinn en mutlusu olsun." Derin bir nefes almadan önce parayı kuyuya attım.

   "Yürekten mi diledin? O zaman dileğin gerçekleşecek." Che parmağını şıklattı ve duvara baktı. 

  "Her yıl gölete attığımız paralar hala orada mı sence?" Hala suya boş boş bakarak sordum.

  "Orada olmak zorunda. Göremediğimiz her şey, onların var olmadığı anlamına gelmez. Tıpkı inançlarımız, arzularımız ve geçmiş gibi." Şaşkınlıkla kardeşime bakmak için döndüm. Kardeşim gerçekten iyi olgunlaşmıştı.

  "Bu kuyu bizim hikayemizi, umutlarımızı ve geçmişimizi muhasebeye almak gibi. Ama atılan madeni para geçmişi temsil ediyor. Onu burada bırakıp hep ilerliyoruz. O madeni paraları çıkarmamıza gerek yok. Şimdi o paralar ne renge döndü diye bilmemize bile gerek yok. Her şeyi bir kenara bıraktığımızı bil ve mutlu bir geleceğe sahip olacağımıza güven." Porsché'nin beklentilerimi nasıl aştığını düşünerek dudaklarımı sıkıca ısırdım. 

  Ailemiz olmadan büyüdük tabii ki, bizi kendi başımıza ayakta durabilen farklı insanlar haline getirdi ve artık kardeşimin ne kadar iyi olduğunu gördüm.

  "Felsefe kitabı mı yedin geldin?" Gülümseyerek sordum.

  "Havalıyım, değil mi?" 

  Saçlarını sevgiyle karıştırdım.

  "Sence babanın cüzdanı hâlâ orada mı?" Gülerek kuyuya baktım. 

  "Ah, unut gitsin."

  "Ne mutlu bir sahne burası. Nasılsınız, yeğenlerim?" Arkamızdan tanıdık bir ses geldi. Porsché ve ben, sanki burayı çok iyi biliyormuş gibi yeni gelene dönmeden önce bir an durduk. 

  "Vay canına, bu yılki yemekler gerçekten çok iyi. Yani, ana ailenin ikinci oğlunun korumasıysanız, tüm bunlar beklenir."

  "Kapa çeneni!"

  Amcama duyduğum öfke o kadar köklüydü ki, kurnazca sözlerinden dolayı artık çevremdeki kimseye güvenemiyordum. 

  "Hey, bu tütsü biterse, hepsini geri alıp yiyebilir miyim?" Sakince söyledi. 

  "Gazinoda mı yaşıyorsun? İğrenç kokuyorsun." Che burnunu kapayarak konuştu.

  "Ne yapabilirim? Senin kadar iyi yemek yiyemiyorum ki... Beni içeri almak ister misin?" 

  Bana gülümsedi. 

  "Gidip orada konuşalım." Başımı diğer yöne çevirdim ama Porsche kolumu tuttu.

  "Neden burada konuşmuyorsun? Dün gece bana her şeyi anlatmanın ne anlamı var o zaman?" 

  Ben bıkkınlıkla iç çekerken o somurttu. Dün gece ondan bir daha hiçbir şey saklamayacağıma söz vermiştim. Che ayrıca artık bir yetişkin olduğunu, tüm zorluklarımı ve mutluluğumu birlikte paylaşmak istediğini söyledi. Benden ona sadece korunması gereken bir çocuk olarak bakmamamı istedi. Bana da güçlü olduğunu göstermek istiyordu.

  Dün gece Athi'yi aradım ve onunla burada buluşmak için çok iyi bildiği bir randevu aldım. Henüz kumara bulaşmamışken anne ve babama birçok yönden yardım etti. Ama şimdi, tanıdığım Athi'den çok uzaktaydı. Dürüst olmak gerekirse, evimiz meselesi ortaya çıktığından beri onun artık benim akrabam olduğunu unutmuştum bile. 

  Ona veya Vegas'a güvenmesem bile, başka seçeneğim olmadığı için aileme ne olduğunu bilmek istiyordum.

  "Bana verdiğin fotoğraf..."

  "Ne kadarın var?" Aceleyle sordu.

  "Elli bin," dedim kısık sesle.

  "Oh, senin konumundayken buna inanmıyorum, sahip olduğun tek şey bu yani?" Suratını sıktı ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Kuyunun kenarında durmadan önce yarım kenarda oturup bize sinsice bakmadan önce Che'nin ve benim etrafımda dolaştı. 

  "Ne söylemek istiyorsan söyle." Bencil ifadesini görünce dişlerimi sıktım. Beni yeğeni olarak görüp görmediğini çok merak ettim o anda.

  "İki yüz bin."

  "Sadece yüz binim var."

  Pazarlık yaptım ve amcamın isteğini kolayca kabul etmemeyi düşündüm çünkü bundan kurtulabilirse, büyük ihtimalle daha fazlası için geri dönecekti.

  "Sahip olduğum tek şey bu, istiyor musun istemiyor musun?" Ona asla yalan söylemediğimi hatırlatmak istercesine yoğun bir şekilde baktım. 

  Bir süre bana bakmayı düşündü, sonra teslimiyetle içini çekti. 

  "Madem yeğenimsiniz, öyle olsun." Sanki parayı umursamıyormuş gibi konuştu.

  "O zaman şimdi söyle." İçinde para bulunan zarfı Athi'nin yüzüne doğru salladım. Gözlerimi kapattım ve biraz önce bankadan çektiğim parayı ona vermeden önce kendimi sakinleştirdim.

   "Bakalım." Zarfı açıp parayı kontrol etti. 

  "Peki! Bize yaptığın gibi seni kandırmayacağım." 

  Dakikalar geçtikçe sabırsızlanıyordum. 

  "Ah, sorun neydi?" Athi çabucak beyaz zarfı cebine koydu.

  "Bir şey biliyorsan, hepsini söyle."

  "Hmm, peki. Ai Korn benimle oyun oynuyor. Söz verdiği para bana ulaşmadı. Şimdi bırak kendi ilacını tatsın." Athi sırıtarak kaşlarımı çattı ve tüm bilgileri bir araya getirmeye çalıştım.

  "Ne demek istiyorsun?"

  "Şimdi beni dinle yeğenim, ikinizi de seviyorum. Beş milyon borcum olduğu doğru. Aslında, rakibin şirketi yüzünden yeni kumarhaneyi denememi istedi. Ne yapabilirdim ki? Finanse edeceğini söyledi. Ben de---" Saçma sapan şeyler söylemeye devam etti.

   "Peki, sonra ne oldu?"

  "Bana çok borç veriyor, eski zamanların hatırına ve onlara akraba olduğum için olduğunu düşünmüştüm." 

  Che ve ben şaşkınlıkla birbirimize baktık. Athi gülümsedi ve sanki havadan bahsediyormuş gibi konuşmaya devam etti. 

  "Akraba mı? Hepsini birden dökül şunun." Nispeten kafam karışık ve gergin hissetmeye başladım. 

  "Hmm, ne kadar çok oynarsam, o kadar çok para kaybederim. Onunla görüşmeye gittim ama evi ipotek olarak verirsem bana daha fazla süre vereceğine söz verdi. Ama neyse ki borcumu ödeyeceğime söz verdim. Dolandırıcılık yapmasına ve seni kanatlarının altına almasına yardım ettim yani bir nevi."

  [Geriye Dönüş]

  "İyi misin?" 

  Çarpık bir halde orta yaşlı adama büyük bir gümbürtü ile sordu. Korumalar kumarhanede gizli bir odaya davet edilmişti.

 "Sen!"

  Boğuk bir ses korkuyla konuştu, odanın ortasındaki kanepenin karşısında oturan güçlü adamı görünce gözleri dehşetle parladı.

  "Birbirimizi bir daha göremeyeceğimizi sanıyordum." Puroyu alıp diğer kişiye bile bakmadan, emmeden önce rahat bir şekilde konuştu. 

  "B-Benimle uğraşmayacağını söylemiştin."

  "Ama bana çok büyük bir borç borçlusun." Hemen sert bir ses tonuyla araya girdi. 

  Athi endişe içinde panik atak geçirmeye başlamıştı bile.

  "..."

  "Bunca zaman benden kaçmaya çalıştın. Bunca zamandır benden kaçıyordun ve neden şimdi buradasın, ölmek için mi?"

  "Sana ödeyeceğim!"

  "Zamanında ödeme yapacağından nasıl emin olabilirim?"

  Dudakları kıvırılırken sırıttı.

  "Peki, ne yapmamı istiyorsun?"

  "Hah... Sana bir teklifim var."

  "..."

  Athi'nin yüzünde ciddi bir ifade vardı. "Bana Porsche ve Porché'yi ver." 

  "Ama bir daha çocuklarla uğraşmayacağına söz vermiştin. Bunun, ona verdiğin bir söz olduğunu hatırlıyor musun?" Athi korkuyla dudaklarını ısırdı.

  "Ben her zaman verdiğim sözü tuttum. Bunu her zaman sevdiğim insanlar için yaptım." 

  Sanki geçmişten birini hatırlamış gibi başka bir puro ile doğruldu.

  "Yani, Porsche ve kardeşiyle uğraşmıyorsun, değil mi?"

  "Onlara bakamadığını görebiliyorum. Daha önce takibe aldım. Ne şekilde olursa olsun, bana geri ver. Hakkım olduğu için onları yetiştireceğim."

  "Ama bu... Honey'in son isteğiydi."

  (Ç/N: HONEY: Sai Nam Phueng Kittisawat. Porsche ve Che'nin annesi)

  "Ama yeğenlerime bakamazsın!"

  [Geriye Dönüşün Sonu]

  Şaşkına dönmüştüm. Sanki bir şaman beni tepeden tırnağa lanetlemiş gibiydi.

  Az önce Athi ne demişti..?

  "Annem..."

  "Hmm, anneniz o adamın kardeşi."

  Bacaklarım zayıfladı ve neredeyse yere düşüyordum. Göğsüm şiddetle çarpıyordu ve sanki söylediği bilgiyi işleyemiyormuşum gibi beynim bomboş kaldı. "Bu doğru olamaz."

  Dudaklarımı sıkıca ısırdım. Vücudum gerginlikten titremeye başlarken elim üşüdü. Che yavaşça yere yığıldı.

 "Hâlâ hiçbir şey hatırlamıyorsun, değil mi, Porsche?" Athi'nin sesi daha yumuşak bir tona dönüştü.

  "Dao Teyze. Dao Teyze annemin akrabası, değil mi?" Burada olanları çürütmek için bir sebep bulmaya çalıştım. 

  "Dao Teyze, annenin şimdiye kadar elinden alınmış olan arkadaşı."

  "Doğru olamaz ... Şimdi ne yapacağım ben?"

  Başım keskin bir bıçak saplanmış gibi ağrıyordu. Dengemi kaybedip yere düşene kadar sağlam ellerimle saçlarımı sıkıca tuttum. 

  "Ahhhh!! Anne! Baba!" Bir anda aklımdan görüntüleri geçmeye başladı. Sahnelerin görüntüleri, bulanık sonra yavaş yavaş canlı hale geldi. Annemin resmi... Babam ayakta ve biriyle tartışıyordu. Aniden çok dar ve karanlık bir yere götürüldüm.

  Ben yere yığılırken Che bana doğru yürüyüp sıkıca sarıldı. Bir şeyler görüyordum ve sanırım delirmeye başlamıştı. "Porché! Geri döndü... Geri geliyor!"

  "Ne var? Senin neyin var?" Hem Athi hem de Ché su alıp yüzümü ovuşturdu. 

  "Annen ve baban kaza geçirmedi." Athi ve Ché'nin sesleri, zor deşifre edemediğim uzak bir dil gibi geliyordu. 

  Tutarsız görüntüler, aşina olmadığım kırık bir film gibi gözümün önünden geçiyordu. "Ahh. Baba! Yapma. Baba!"

  "Annen ve baban öldürüldü. Her şeye tanık oldum. Trafik kazasında öldüler. Ama Porsché bir yıl boyunca şoka kaldı, iyileşene kadar sürekli ilaç kullanması gerekti ama o andan itibaren tüm hatıraların silindi."

  "O zaman neden bana söylemedin?"

  "Hala bir çocuksun! Çok gençsin, Porsché.. Ah işte burada." Birden Athi'nin sesi değişti. Uzak bir anı kulaklarımda çınladı ve geçmişe dair düşünceler kafamda uğuldamaya devam etti.

  "Seni yine o cehenneme gönderdiğim için üzgünüm. Benim hatam. Başka seçeneğim yok. Tapuyu almam için beni tehdit ediyor. Söz verdim... Tatlım.. Üzgünüm."

  "Baba! Ahh!"

  "Ha, ne oluyor? Abi, ne diyorsun?" Ché kulağıma hafifçe fısıldadı. "Aileni öldüren kişi..."

  Bang! Bang!

  Silah sesleri, daha önce hiç hissetmediğim kadar korkuyla zıplamama neden oldu. Vücudum otomatik olarak titredi. Kafamı dolduran anılar aniden durdu. Athi'nin cesedinin önümde bir kan gölüne yığıldığını görünce felç oldum.

  Acıyla bağırdım. Acı duygusu tarif edilemeyecek kadar baskındı. Kalbim paramparça olmuş gibi hissettim, bir deja vu! Ama aniden kardeşimin şok olmuş yüzünü gördüm ve kardeşlik içgüdüm devreye girdi. Aceleyle onu kendime çekip sımsıkı sarıldım. Bir daha asla ailemden birini kaybetmeyecektim.

  "Ché! Porche! Buradayım! Bana bak. Ben senin abinim!"

  Bang! Bang! Bang!

  Etrafta birbirine çarpan silah sesleri beni çok titretti ama Porché'yi pagodanın arkasına saklanması için yönlendirmeye çalışıp ona sıkıca sarıldım. 

  "Porché, buradayım, sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim." Ellerimi kulaklarının üstüne koydum ki yüksek sesli silah sesleri biraz dinsin.

  "Abi!"

  Ché yüzünü sıkıca göğsüme gömdü. İşte o anda tekrarlanan görüntüler zihnimde yeniden canlandı. Yüzüm birinin göğsüne gizlenmiş, kapalı bir alanda ağladığım görüntü...

  "Ah!" Porché'a o kadar sıkı sarıldım ki incinmeye başladı. 

  "Porsche!" Etrafıma zar zor odaklanabildiğim için, beni çağıran sesi duymadım. O karanlık izole evde korkunçtu.

  "Porsche! Bu benim! Ben!"

  O sırada hayallerimden beni çağıran sesi duydum. Burnumdaki o tanıdık ses ve o tanıdık koku. Karanlığımdaki ışıktı...

  "Kinn..." Omuzlarımı sallayan adama seslendim ve beni Ché'yle birlikte kucakladı. 

  "Buradayım. Porsche, korkma." Bu sözler beni neden biraz sakinleştirdi bilmiyordum ve o sarılmaya ne kadar ihtiyacım olduğunu anladım.

  "Ché!"

  Che'nin hızla sarılmasıyla Kim'in sesi kardeşime seslendi. 

  "Ne oldu Kim?" Kinn, kardeşine sordu. 

  "Kaçtılar." Kim, Ché'yi kontrol ederken cevap verdi.

  "Siz amcanın cesediyle ilgilenin." Kinn, ellerinde silah taşıyan Anon ve Ai Pha'ya döndü. 

  "N-neden Athi amcayı öldürdün?" En zayıf sesimle Kinn'e sormak için toparlandım.

  Görüntülerden, ani kaostan ve kafamdaki görüntülerden büyük ölçüde kurtuldum. Kinn'e sıkıca sarıldım.

  "Ben yapmadım Porshe. Biz değildik... İnan bana. Daha yeni geldik. Kim ve ben seni eve götürmek için buraya kadar takip ettik." Kinn bana eskisinden daha sıkı sarıldı. 

  "O zaman kimdi?"

  "Bilmiyorum. Khun Chan'ı aradım. Bir süre sonra burada olacaklar ve onları yakalayacağız... Senin için gerçekten endişeleniyorum Porsche." 

  Kinn başımın üstünü öptü, sırayla sarıldı ve yüzüme minik öpücükler yağdırdı. "Seni seviyorum Kinn."

  Bu sözleri neden söyledim bilmiyordum. Ama onu o kadar çok seviyordum ki bir daha kaybetmek istemiyordum. Fakat bugün keşfettiğim gerçekler... Dünya neden bize bu kadar kötü davranıyordu? O kadar acımasızdı ki artık ne yapacağımı bilmiyordum. 

  Kinn'in beni arabaya nasıl ve ne zaman bindirdiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ben yolcu tarafında otururken arabayı o kullandı. Kim ve Ché arkadaydı. Anon ve Ai Pha'ya gelince, motorumu sürerek geri döneceklerdi. Yanlarında sadece iki koruma getirdiklerini yeni fark ettim. 

  Ne tehlikeli bir numara! Ama beni ve Ché'yi takip etmeyi gerçekten planlamış olmalılardı.

  "Kinn, önce beni bir yere götürür müsün?" Kafamdaki görüntüler hala net olmasa da oraya gitmenin her şeyi açıklığa kavuşturacağını hissediyordum. Hem Porché hem de ben şu anda bir kafa karışıklığının ortasındaydıkç

  Kinn ve Kim ile olan ilişkimiz dahil.

  "Peki." dedi Kinn, nazikçe başımı okşayarak ve elimi sıkıca tutarak.

  Arabanın içi kimse konuşmak istemediği için sessizdi. Porche'den aralıklı hıçkırıklar geliyordu ve bana gelince, kendimi boşlukta hissettim. Çıkışı olmayan zifiri karanlık bir oda kadar boştum. Hedefimize yaklaştıkça Kinn ve Kim'in yüzleri daha ciddileşiyordu.

  "P-Porsche, burayı nereden biliyorsun?" Dönüp Kinn'e baktım. 

  "Bekle, hey Kinn. Plan iptal mi oldu? Burada ikinci aileyle tanışacağız, değil mi?" Kim aceleyle Kinn'e seslendi. 

  "Burayı sen de biliyor muydun?" Kinn'e toplayabildiğim tüm sakinlikle sordum.

  "Bu Agong'un eski evi. Büyükbabamız. Arkada depolar var." Kinn, bunun gözlerime yaş gelirken konuştu. Sözleri sadece Athi'nin daha önceki iddiasını güçlendiriyordu. Yani, bu doğru mudyu? 

  Khun Korn annemin erkek kardeşi mi? Yani... Kinn benim... Benim..? 

  Kafamı çevirdiğimde ve sakinleşme isteğini bulduğumda cümleyi kafamda bile bitiremedim.

  "Porsche, bugün ikinci aileyi yakalayacağımız gün. Buradan mal kaçırmayı planlıyorlar." Kim ekledi ama artık tutamıyordum.

   "Bu ev...Bu ev, ailemin eski evi." Gözümden bir damla yaş düşerken dudaklarımı ısırdım. Daha fazla tutamadım, bu yüzden yüzümden ağır bir şekilde aktı. Gözlerimi ezici duygularla kapattım. 

  "N-ne demek istiyorsun?" Kinn ve Kim aynı anda sordu. Kim şoktayken Kinn sessizce onayladı.

  "Che'yi seninle bırakacağım. İçeri yalnız girmek istiyorum." Hızlıca arabadan çıktım. Kinn beni dinlemedi ve ön kapıya ulaşana kadar takip etti. Acı içinde yavaşça tuş takımına doğru yürüdüm. Birden aklıma gelen koda bastım, hatırladığım kadarıyla annemin doğum tarihi. 

  "Porsche, bunun anlamı ne? Neler oluyor?" Kapı yavaşça hareket ettiğinde Kinn bana şaşkın şaşkın baktı. 

  "Kinn, bir süre yalnız kalmak istiyorum. Lütfen bana biraz izin verir misin?" Ona döndüm ve sert bir bakışla sordum. Şimdi ne kadar zayıf ve utanç verici görünsem de, bunu yapmak istiyordum.

  "Ama söz ver bana, bundan sonra bana her şeyi anlatacak mısın?" Arkamı dönüp eve girmeden önce başımı salladım. 

  Kinn aniden bağırdığında adımlarım durdu. "Porsche! Ne olursa olsun, burada bekliyor olacağım. Bana seslen, hemen içeri gireyim." 

  Kalbim sımsıkı sıkılıyormuş gibi eridi.

  Kinn... Ne yapmam gerekiyor?

  Omuzlarımı dikleştirdim ve arkama bakmadan ya da cevap vermeden yürümeye devam ettim. Sadece evin içindeki koku tanıdık geliyordu. Aklımın en derin köşesinde tuttuğum, o kadar derin ki, tuttuğum hakkında hiçbir fikrim bile yoktu, periyodik olarak ortaya çıktı. 

  Bunca zaman, ailemin ölümünün sırrını sakladığımın farkında değildim. Çünkü beynim sadece hatırlamak istediğini hatırlıyordu. Burada sahip olduğum anıların hepsi gitti, yeni anılarla kaplandı ve ailemin ölümü sırasında yaşadığım acıyı örtmek için beynimde oluşturulan bir haber hikayesiydi.

  Neden hiçbir şey hatırlayamıyordum? Sanki etrafımdaki insanlara her zaman her şeyin bir kaza olduğuna inanmış gibiydim. Hafıza parçaları bana geri dönmeye başladı. Babamın bana bisiklet sürmeyi öğrettiği bahçe... Annem diktiği beyaz gülleri orada bizi izlerken.

  Porché için çizimler karaladığım duvarda da düzensiz boya vardı. Babam onları yeni beyaz boyayla kaplamak zorunda kalana kadar çizdiği duvarlar... Evin kapısını açtım. Yer iyi korunmuştu. Her şey anılarımdakiyle aynıydı, eskisi gibi, perişan değildi. 

  Düzenli olarak temizlenmiş gibiydi. 

  İçinde kurumuş güller olan orta boy bir çerçeve ve 'SONSUZA KADAR SÜRECEK BU KALP, EBEDİ AŞKTA' yazısı vardı. Ağlamaktan kendimi alamadığım için çerçeveyi göğsüme sımsıkı sardım.

  "Anne, seni özlüyorum."

  Çerçevedeki kurumuş güllerin kahverengi-siyah taçyapraklarına yaşlarla dolu gözlerimle baktım. Eve bakmadan önce bir nefes daha aldım ve kalbim aniden hopladı. Başımdaki karıncalanma ağrısı tekrar içeri girmeye başladı. Bedenim korkudan titriyordu ve yavaş yavaş ahşap dolaba doğru yürüdü.

  Dolabı zayıfça açarken yumuşak bir hıçkırık bıraktım. Damarlarım şakağımda çılgınca atıyordu, sonra vücudum otomatik olarak yere düştü ve dizlerimi göğsüme dayayarak içine oturdum.

   "Baba! Baba! Hayır!" diye bağırdım farkında olmadan. Etrafımdaki her şey artık sanal görüntülerle doluydu. Aniden, Athi yanımdaydı. Elini ağzıma kapattığında yüzüm göğsüne gömülüydü. 

  "Şşş, ağlama Porsche."

  Dirensem de o bana daha da sıkı sarıldı. "Gel ve babanla konuş." Biri konuşuyordu ve gözlerim dolabın dışına kaydı. Küçük açıklıktan babamın birkaç kişiyle pazarlık ettiğini gördüm. 

  "Ona bir daha asla Teerapanyakun'larla ile çalışmayacağımı söyledim. Şu anda ortak da almıyorum. Sadece özgür olmayı ve kendi işimi yönetmeyi istiyorum." Babam tedirgin görünüyordu ve diğer şirketin teklifini reddetti. Konuştuğu kişiden en ufak bir korkmuş gibi görünmüyordu. 

  "Ama Honey bizim için aile demek. Şirkete yardım etmek için kalman gerekiyor. Peki ne yapmayı planlıyorsun? Kendi şirketini açacaksın ve sonra ne olacak? Sonunda ailenin rakibi mi olacaksın?"

  Bu tanıdık ses, başımı ağrıttı. Bu ses, güvendiğim sesti çünkü onun beni ve kardeşimi umursadığını sanıyordum. 

  Khun Korn konuşuyordu. "Hey, beni dinle. Honey ve ben, aile sistemine karşıyız. Babamın işi nasıl yönettiğine tamamen karşıyım. Bunu sana doğrudan söylüyorum çünkü bu gerçek. Yapmadığım bir şeye zorlanmak istemiyorum. Ben sadece huzurlu bir aileye ve çocuklarım tarafından sürdürülecek bir işe sahip olmak istiyorum."

  "Hayır dedim! İkiniz şirkete geri döneceksiniz!"

  "Dönmüyoruz!"

  "Ai Phat! Sana şirketteki işine geri dönmeni ve babamızdan af dilemeni söylemiştim. Bu senin ve ailenin güvenliği için."

  "Teerapanyakun bana, bize iyi geldi. Ama beni böyle zorlayacaksan, gerçekten sormak zorunda mısın? Babanın talimatlarına uymaktan bıkmadın mı? Ve benim ve Honey'nin soyadlarımızı Teerapanyakun olarak değiştirmemizi istemesiyle abartıyor! Dönmeyeceğim dedim!"

  "Ai Phat!"

  "Bir düşününce Khun, beni gerçekten kim geri istiyor? Baba mı yoksa sen mi?" Babam ayakları üzerinde tökezleyene kadar meydan okurcasına konuştu, ama birinin büyük elleri tarafından geri çekildi.

  "Ne demek istiyorsun?!"

  "Cevabı çok iyi biliyorsun."

  "Kesin şunu! Ne halt yiyorsunuz siz!"

  Üçüncü bir ses geldi ve kavgaya katıldı.

  "Ne demek istiyorsun?! Söyle!" diye sordu ilk ses.

   "Rakibin olacağımdan korkuyorsun. Çünkü ben senden daha iyiyim! Ahh!" Babamın yüzüne ağır bir yumruk indi, o kadar sertti ki gözlerimi kapattım ve içimden bağırdım.

  "Ai Phat! Konuşmayı kes, tamam mı?" Üçüncü kişi müdahale etti ve babam korumalar tarafından hemen birinci kişiden ayrıldı. Bir süre sonra geri gelip babamın yakasını tuttu. 

  "Ah, beni kıskandığını bilmediğim konusunda saf olduğumu hiç düşünmedin mi?"

  "Sikeyim seni, Phat!"

  Görünüşe göre düşman kontrolünü kaybetmiş ve amansızca babamı dövmüştü ama babamı kimse korumadı. Bu sefer kimse onu durdurmadı. 

  "Neden?! Çünkü hepinizden daha iyiyim! Başarımdan çok korktuğunuz için beni bırakamazsınız. Sadece kontrol etmek için güç topluyorsunuz. Sizin gibi bir aileyi kabul edeceğimi gerçekten düşünüyor musunuz? "

  "Sana söylüyorum Phat, ailenden ayrılırsan bu sektörde başarılı olamazsın!"

  "Aile tam olarak kim? Teerapanyakun'un ana aile olmak isteyen ikinci ailesi mi? Öyleyse, ana aileden kurtulmam için bana babanın elini ödünç veriyorsun!"

  "Neyden bahsediyorsun? Ne saçmalıyorsun ha?" Babamın yüzüne yine ağır bir yumruk indi. 

  "Senin zavallı ailen, birbirini öldürmek için çocuk yetiştiriyor! Ben çocuklarımı böyle yetiştirmeyeceğim! Düşünmüyor musun? Geleceğin bu olacak! Kardeşin seni öldürecek!"

  "Babam çocuklarına birbirlerini öldürmeyi asla öğretmedi!"

  "Ah, buradayım oğlum. Ağlama. Ağlama."

  Aynı derecede titreyen Athi, gözlerimi sıkıca kapatmaya çalışarak kulağıma fısıldadı. 

  "Bekleyip görelim! Karımı gizliden gizliye sevdiğini bilmediğimi mi sanıyorsun!"

  "Zaten çok şey biliyorsun piç kurusu!"

  Bang!

  Şiddetle irkildim ve sonra aceleyle dolabın kapısını ıstırap içinde dışarı ittim. Yere eğilip hayal kırıklığı içinde yumruklarımı fayanslara indirirken ağır pantolonlar içinde nefesimi tutuyordum. Neden tam olarak hatırlayamıyordum? Neden hiç hatırlayamıyordum? Kimdi? Tetiği kim çekti?! 

  "Porsche!" Bana doğru koşarken Kinn'in sesi aceleyle kapıdan içeri girdi. Kendimi yukarı itecek gücüm yoktu ve şu anda eve kimin girdiğinin farkında değildim.

  "Porsche, bir sorun mu var oğlum?"

   Hafızamdan çıkmış gibi görünen bir ses şimdi önümdeydi. Yavaşça yerden yukarıya baktım. Şu an yüzümde nasıl bir ifade var bilmiyordum ve umurumda değildi.

  "Chan, buraya geldiğinizi söyledi. Kinn ve Kim, Porsche ve Che'nin zarar görmesini istemiyorlarsa, onları hemen eve götürün, neredeyse zamanı geldi." Khun Korn gözyaşlarımı silmek için baş parmağını uzatarak başımı okşadı. 

  Kendimi Kinn'in kollarından çekip yavaşça yerden kalkmadan önce aklımdaki her şeyi bastırdım. 

  "İkinci aileye ne yapacaksınız?" dedim sakince.

  "Ah, Kinn sana daha söylemedi mi?" Khun Korn, Kinn'e sert bir şekilde bakmak için döndü. 

  Arkasına baktım ve arkasında duran ve tüm alanı dolduran birkaç koruma olduğunu gördüm. Bu sahne, babamın muhafızlarla çevrili olduğu geçmişten çok benziyordu. Dejavu.

  "Porsche, iyi misin?" Phi Chan'ın arkasında duran Pete bana endişeyle sordu.

  "Peki, ikinci aileye ne yapacaksınız?" Pete'in sorusuna cevap vermedim. 

  Tekrar Khun Korn'a bakmak için gözlerimi kırpıştırdım. 

  "İkinci aile bize ihanet etti. Birçok rakibe bilgi götürdü. Bugün babam onları iş üstünde yakalayabilecek."

  "İkinci ailenin tüm üyelerini yok etmenin yanı sıra mı?" dedim boşlukla. Bir an, Pete'in gözlerinin endişeyle titrediğini gördüm. 

  "Ailemizin ilerlemesine izin verecek ne yapılacaksa, yapmalıyız, Porsche." Khun Korn öncekinden daha sakin ve ciddi bir şekilde söyledi. 

  Bu korkunç ifadeden korkmalı mıydım? Daha da zorlanmış hissettim.

  "İkinci aile senin kardeşin değil mi, baba? Birbirinizi öldürmeniz mi öğretildi?" Sözlerim, her zaman nazik ve şefkatli olan gözlerimi, ölümün parıldayan bakışlarına dönüştürdü.

   Babamın sözlerini aynı kişiye karşı kullanmam ne kadar saçmaydı... 

  "Senin sorunun ne Porsche? Sanırım yorgunsun. Kinn, Porsche'u eve götür."

  "Sana gerçekten ihanet mi ettiler? Yoksa sadece ikinci aile güçlendiğinden onları ortadan kaldırmayı mı planlıyorsun?"

  "Porsche... Şimdilik eve gidelim." Kinn kolumu çekti ve korkuyla ona baktı. 

  "Huh, gözlerin.. Onlar tıpkı..." Daha önce bir ses araya girdiğinde Khun Korn sözlerini bile bitirememişti.

  "Babaaaaa!"

  Khun Tanakhun hayal kırıklığı içinde içeri girdi. 

  "Neden buraya geldin?!" Khun Korn şok içinde döndü.

  "Beni evde yalnız bırakıyorsun! Ben hayaletlerden korkuyorum!"

  "Pol oradaydı ya."

  "Eh, hayalet filmleri izliyordum ve korktum. Pol'in yüzü de hayalet gibi görünüyor! Ne zaman bana dönse kalbime iniyor! Ben de burada size katılmak istiyorum. Neden izin vermiyorsun?" Piç ne olduğunu anlamadan kanepeye uzandı.

  "Lanet olsun Pol! Sana onu gözünün önünden ayırmamanı söylemiştim!" Pete, Pol'i azarlamak için döndü. Sadece yenilgiyle başını salladı.

  "Baba!" Kim'in sesi evin girişinden çığlık attı ve Porché bana doğru koşup bana sarıldı. "Ne oldu?"

  "İkinci aile planımızı zaten biliyordu. Bu bir tuzak," diye bağırdı Kim, bakışlarını ailesine çevirerek. 

  Korumaları daha sonra kendilerini hazırladılar ve efendilerini tamamen savunmak için emirler almaya başladılar. 

  "Khun Korn, ikinci aile arkadan gizlice içeri girdi ve kapı sistemini her taraftan yok etti. Arm, sistemi silahların getirilebilmesi için tamir ediyor." Pete, Arm'dan hızlı bir haber aldıktan sonra çabucak rapor verdi.

  "Hazırlan ve saklanacak bir yer bul." Khun Korn, Ché'nin kolunu sıkıca tutarken bize doğru konuştu. 

  "Bir şey olursa, ikinci kata çıkmanı istiyorum ve üçüncü kata çıkan merdivenlerin altında küçük bir depo bulacaksın. Orada saklanabilirsin." Ché'nin kulağına fısıldadım. 

  "Kahretsin! Evi çoktan kuşatmışlar!"

  Korumalardan biri bağırdı ve birkaç silah sesi herkesin çömelmesine neden oldu. Sonra ellerim otomatik olarak Ché'yi ikinci kata koşması için itti ve ona bahsettiğim yere yöneldi. Sadece birkaç saniye sürdü ve kimse kardeşimi gönderdiğimi fark etmedi bile.

  "Lanet olsun, ne güç!" diye bağırdım ve Kinn hemen gözlerini üzerime dikti.

  "Hala burada ne yapıyorsun Porsche!? Saklan!" diye bağırdı bana Kinn ve elleri benimkine ulaştığı anda, ikinci ailenin üyeleri çoktan eve dalıp toplandılar. 

  Kinn hemen beni kavrayıp hızla silahını çıkardı. Şeytanına nişan aldı ve bunların yarısı sert bir şekilde yere düştü. Etrafımız sarılmıştı ve gidebilmemizin tek yolu evin büyük bir nehre doğru olan tarafıydı.

   Ana ailenin korumaları, alt ailenin tarafına ateş açtı. Bu durumda ne yapmam gerektiğini şaşırmaya başlamıştım. Çünkü Kinn'in kendisi beni korumaya çalıştı. Yine de, hatırladıklarım karşısında öfkeliydim...

  Bang! Bang! Bang!

  Silah sesleri daha da yükseldi. Kinn kurşunlardan kaçmak için beni sürekli sürüklüyordu ve ben de aynısını ondan yapıyordum. Zaten öğleden sonraydı ve gökyüzü çivit mavisinden ve kararmaktan başka bir şey yapmıyordu. Alt klanın zulmüne karşı koymaya çalıştığımız anda gökten yağmur yağdı. Sanki yukarıdan gelen tanrılar cehennemin yağacağını hissetmiş gibiydi. 

  Hem ana aile hem de ikinci ailenin kuşatması durduruldu. Boş gözlerle karşımdaki insanlara baktım. Alt klan, ana klanı müttefiklerinin hazır ve silahlı olduğu yere getirmek için pervasızca takip etmeye ve oynamaya çalıştı. Ana klan sayıca fazla olduklarını fark edene kadar hepsi karşı karşıya geldi.

  "Bir yere mi gidiyorsun?" Diğer taraftan derin bir ses çınladı ve daha iyi görmeye başladım. O piç Vegas'la birlikte Khun Kan'dı. 

  "Kan.." Khun Korn önündeki korumaları itip kardeşine kendini beğenmiş bir bakış attı. Onu ilk defa böyle bir ifadeyle görüyordum.

  "Sence saklanmak için çok yaşlı değil misin? Tanrım! Beni güldürüyorsun!" Khun Kan kaşlarını çattı. 

  "Peki ya sen? Sence bu akıllıca bir hareket miydi?" Khun Korn yanıtladı, bir sigara çıkarıp yaktı, ardından ikinci ailenin yüzündekilere sanki orada değillermiş gibi duman üfledi. 

  "Senin yöntemlerini öğrenmek için zeki olmama gerek yok Korn. Nasıl olsa bir çocuk bile anlayabilir," dedi Khun Kan. Sanki Khun Korn'a bu kadar kolay olduğunu söylüyormuş gibi ellerini kaldırdı.

  "Peki, ne yapmayı planlıyorsun? Teerapanyankun'un ana ailesi sabote etmek için Bay Joseph'in bölüğüyle işbirliği mi yapacaksın?" Khun Korn rahatsız edilmeden bir duman üfledi.

  Sanki şu anki hava durumu hakkında konuşuyor gibiydi. İkinci ailenin o kadar büyük fikirleri olduğunu fark ettim ki, kendi rakipleriyle aynı seviyedeydiler. 

  Kinn ile çalıştığım kadarıyla, Bay Joseph'in şirketi, ana şirketi Rusya'da bulunan bir rakipti. Ana aile ile birkaç kez müzakerelere girdi ve Teerapanyakun şirketinin ağa katılmasını ve yukarı akış hattının bir yan kuruluşu olmasını ve ticaret gücünü diğer ülkelere genişletmesini istedi. 

  "Hah. Burada avantajlardan bahsediyoruz. Avantajlara sadece ana aile kadar değil, bütün bir ulus olarak sahibiz."

  "Yani... Sana ne kadar verdiler?" Khun Korn dikkatsizce konuştu. Sigarasını sadece korumalardan birinin getirdiği şeffaf bardağa vurdu. 

  "Bugün sahip olduğumdan daha fazla."

  "Hmmm."

  "Bana hâlâ hırslı olduğunu söyleme. Teerapanyakun şirketinin kendi kendine büyüyeceğini söyleme. Uyan Korn, bu asla olmayacak!" 

  Khun Kan, Khun Korn'la alay etmeye devam etti ve sadece Khun Kan'ın gevezelik sesinden başım zonkluyordu. 

  Sanki bir zamanlar saklandığım aynı dolapta tekrar tıkılıp kalmışım gibi. "Lanet aklını kullan, Korn!"

  Bu ses...

  "Porsche, sorun ne?"

  Kinn elimi sıkıca tuttu.

  Kahretsin!

  "Baba... Babamı incitme..." Geçmiş aklımdan geçerken mırıldanmaya başladım.

  ~

  "Abi... Babamızın ailemizin sonsuza dek süreceğine dair son sözlerine inanmayı bırak. Çünkü Nam Phueng öldüğü an, hayallerimiz ve geleceğimiz onunla birlikte gömülmüştü!" Khun Kan haykırdı ve bu beni dizlerimin üzerine yere düşürdü.

  Kes şunu!

  "Her zaman ikinci olmak nasıl bir şey biliyor musun?" Khun Kan kaşlarını çattı, "Biz bir aileyiz, ama neden ait olmadığımı hissediyorum!?" İkincisi öfkeyle bağırdı, ancak Khun Korn biraz etkilenmedi.

  "Ne planlıyorsun, Kan?" Khun Korn ikincisine bir bakış attı. 

  "Asla bu ailenin bir parçası olduğumuzu bile hissetmedik. Her şey ana ailenin ayrıcalığıydı. Avantajlar, mülkler ve hatta güç. Aynı düzeyde iş yapıyoruz, ancak bize dilenen farelermiş gibi davranılıyor! Bu sistemden bıktım! Şirketi satalım ve aynı faydaları paylaşalım!" Khun Kan haykırdı, yumruğunu saçından aldı ve gözlerini ağzına doğru okşadı. 

  İkincisi sustu, yüzünde sert bir bakışla bana dönmeden önce, "Neye imza attığının farkında mısın, Porsche?"

  "Bu mesele seninle benim aramda Kan." Khun Korn, ikincisine kaynayan bir gözle bakmadan önce bana baktı. 

  "Honey hala yaşıyorsa..." Annemin adını duyar duymaz kalbim neredeyse göğsümden fırlayacaktı. Bu sırada Khun Korn hemen silahını çekti ve namlusunu Khun Kan'a doğrulttu.

  "Onun adını söylemeye hakkın yok!" Bang!

  Silah sesi duyuldu ve iki taraf da kavgayı başlattı. Khun Korn ve Kan'ın bu küçük konuşmaları, Arm'a güvenlik sistemini düzeltmesi ve ana klanın takviyelerinin gelmesine izin vermesi için yeterli zaman verdi. 

  Hepsi silahlıydı ve ben sadece şaşkınlık içinde durabildim. Düşüncelere dalmıştım ama gözlerim tanıdık biriyle buluştuğunda hemen ondan ayrıldım.

  "Vegas!"

  Bağırdım ve beni otelde zehirleyen piç kurusuna doğru atıldım.

  "Siktir! Porsche!" diye bağırdı Vegas, saldırılarımı engellerken yüzümü hedef almadan önce.

  "Seni, yalancı orospu çocuğu! Nasıl cüret edersin!"

  "Ne sikim?!"

  Vegas sanki ne söylemeye çalıştığımı bilmiyormuş gibi cevap verdi. 

  Sanki ilk defaymış gibi birbirimize yumruk attık. Yumruğum yanaklarına ulaştı ve piç dudağımı patlattı. Kan kokusu ağzıma yayılıyordu ama ben bunu hissedemeyecek kadar meşguldüm.

   "Lanet olsun, bana neden söylemedin!?" Vegas'ın yakasını tuttuğumda o da aynısını yaptı. 

  "Üzgünüm!" dedi Vegas ve ikimiz sırayla çit duvarının etrafında birbirimize atmaya başladık.

  "Khet öldü. Bu sabah ana aile tarafından yakalandı!"

  "Ana aile mi?" Tereddüt ettim.

  "Evet! Oysa ana aileye ne kadar bağlı olduğunu ikimiz de biliyoruduk!" Vegas yüzüme sertçe vurdu ve kolunu boynuma bastırdı. Duvara karşı çok zorlandım, mücadele ettim.

   Aniden Kinn araya girdi ve Vegas'ı sert bir şekilde kenardan tekmeledi. Daha sonra nefes nefese kaldığımdan ikincisi benden uçup gitti. Şimdi neye inanacağımı bilmiyordum ama aklımda kalan tek şey ana klandan hala bilmediğim bir sürü şey olduğuydı. Aklım bulanıktı ve sadece ona güvenebileceğimi sanmıyordum. 

  Kinn'in Vegas'ı delice dövdüğünü izledim ama birdenbire boyları değişti. Vegas şimdi Kinn'in boynunu tutuyordu ve Kinn kaçmak için mücadele etti. Karşılıklı vuruşmaya devam ettiler, ama Kinn'in üstünlük bile kazanamadığını gördüğümde, tetiği çektim. 

  Hala hangi tarafa geçmem gerektiğini biraz kafam karıştı, ama Kinn'in yalpaladığını gördüğüm an aklımla yüzleşti. İçeri girmek üzereydim ki Kinn silahını çekip namlunun ucunu Vegas'a doğrulttu.

  Vegas canına susamış şekilde konuştu. "Kahretsin.. Kinn abi her zaman benden daha iyi."

  "Neyse ne, Vegas. En başından beri bizi asla ailen olarak görmedin."

  "Öyleyse beni şimdi öldürmeyi planlıyorsan, baş yardımcına bir şey vermeni isteyebilir miyim?"

  "Cehennemde çürü, piç kurusu!"

  Kinn ateş etmek üzereyken dudağımı ısırdım. Vegas için endişelendiğim söylenemezdi ama Pete bunu kendi gözleriyle görse ne hissederdi...

  Çat!

  Gürültülü bir patlama bekliyordum ama gözlerimi Vegas'a çevirdiğimde, yerde Pete ile yuvarlanıyordu. Diğeri, Vegas'ı durmadan yumrukluyordu ve Kinn sadece iç çekerek silahı bıraktı. Pete'in Kinn'i korumaya çalıştığını biliyordum, ama Vegas söz konusuysa... 

  "Silahı tut ve mümkünse kavgaya katılma."

  Kinn, korkuyla kabul ettiğim silahı bana verdi. Bu işlerde yeni değildim ama bunu nerede ve kime kullanacağımı bilmiyordum. Sevdiklerimi korumak için ya da kendimi korumak için... Gözlerim tüm alanı taradı. Vegas ve Pete çimenlerin üzerinde tartışıyorlardı. Pete, Vegas'ı suratına yumruklamaya devam etti, ancak ikincisinin hiç kavga belirtisi yoktu.

   Vegas sadece zaman zaman Pete'in saldırılarını engelliyordu, o kadar. Vegas'ın gözleri Pete için biraz üzgündü, ama o ayağa kalkmaya çalışarak ara sıra endişeyle Khun Kan'a baktı. Öte yandan Kim, alt klanın birkaç astını öldürdü. Çok fazla dövüş yeteneği vardı. Thankhun ise tam tersiydi. 

  İki yanından silah tutuyor, Pol'ün arkasına binmiş sağa sola ateş ediyorud. Ağaçlar ve evin çatısı dışında hiçbir şeye çarpmıyordu mermileri. 

  Kinn kalabalığın arasından yürüdü, ikinci aileden insanları öldürmeye bile çalışmıyordu. Ama amacının çok açık olduğunu biliyordum, Khun Kan ile yüzleşmeyi planlıyordu.

  Korumaları tarafından sıkıca korunan Khun Korn'a ve kimseye Khun Korn'a ulaşma şansı vermeyen Phi Chan'a baktım.

   P'Chan'ın çok yetenekli olduğunu kabul etmeliydim, bir eli silah tutarken, diğer eli etrafındakileri soğukkanlılıkla kendine zarar vermeden veya bir santim bile kıpırdamadan öldürebilecek bir hançer tutuyordu.

  'Niye? Neden herhangi birinizden daha iyi olduğumu kabul edemiyorsunuz!? Hepiniz ailemi bırakmak istemediniz... Ben de burada kalıp tüm emirlerinizi bir köpek gibi yerine getirirdim!'

  'Sana diyorum, Pat! Hiç kimse! Kimse seni ana ailenin yaptığı gibi kabul etmeyecek!'

  'Kabul etmek? Tam olarak kim tarafından!? Ailen beni sadece babamın ana aileden kurtulmana yardım edebileceğini bildiğin için kabul etti!'

  Görüntü zihnimde oynamaya devam etti. Ton ve ses canlı değildi, ama aklımda kesin olan bir şey vardı...

  Bang! Bang!

  Silah sesleri beni defalarca ürküttü. Babamın silahla doğrultulduğu görüntüsü, ses tekrarlandıkça daha kalıcı ve net hale geldi. Şaşkınlığım bir anda öfkeye dönüştü. Babamı öldürdü, beni ve kardeşimi yalnız bıraktı. Beni bu dünyaya kandırıp, bana oyunlar oynadı. Birinci dünyayı benden aldı ve ikincisini almak için beni aynı yere geri çekti.

   Kinn ve benim aslında ne olduğumuzu biliyordu... Ama neden... Neden izin vermişti buna?

  İkinci aile bana doğru atılmaya çalışırken ve ana aile beni ikincisinden korurken, çatışmanın ortasından geçtiğimden beri bilmiyordum. Nereye gittiğimi bilmiyordum ama adımlarım beni ona yönlendiriyordu... 

   "Porsche..?"

  Herhangi bir gecikme olmadan kolayca Khun Korn'a ulaştım. Doğaldı çünkü bana güveniyorlardı ama artık umurumda değildi...

  "Yoldan çekil." Boş bir ifadeyle Khun Korn'un karşısında durdum. 

  Khun Korn bana döndü ve gözlerimiz buluştuğunda etrafımızdaki korumaların üzerinde panikle gezindi. "Porsche!"

  Namlunun ucunu Bay Korn'un alnına doğrulttuğum anda ana ailenin korumaları şok içinde silahlarını bana doğrulttular. Buradaki tüm yaşam durmuş, olaya anlamaz gözlerle bakıyordu. 

  Kan'a ulaşmaya çalışan Kinn ve babasının yardımına koşan Vegas bile durma noktasına geldi. 

  "Porsche! Silahı yere bırak!" P'Chan bana kesin olarak emretti.

  "Porsche, ne yapıyorsun!?" 

  Pol ve Arm aceleyle yürüdüler ve arkamda izlerini bıraktılar.

  "Neden babamı öldürdün?" diye sordum titreyen sesimle.

   Bu travmatik olaylardan bıkmıştım, bazı cevaplar istiyordum! 

  "Porsche..." Kinn gözleri inanamayarak yavaşça bana doğru yürüdü.

  "Ha! Neredeyse beni öldürüyordun ve bundan kimseye bahsetmememi söylüyordun. Ama sonunda baklalar döküldü, değil mi?" Khun Kan, bana yaklaşırken ağzındaki kanı nazikçe sildi ve Kim, sırıtan Khun Kan'a silah doğrultmak zorunda kaldı ve yürümeyi kesti. 

  "Porsche, oğlum... Yanlış anladın." Khun Korn ciddi bir ses tonuyla konuştu.

  "Porsche, bırak silahı!" dedi P'Chan tekrar sert bir şekilde.

   "Porsche silahı indirdi. Siz de o şeyi Porsche'a doğrultmayın!" Thankhun yanımda yürüdü, ama kimse ona inanmadı.

  "Annem... Senin kız kardeşindi. Ama bana söyleme zahmetinde bile bulunmadın..." Sözlerimi güçlükle geveledim.

  Son cümlemde Kinn şok içinde gözlerini açtı. Gözyaşları düşmeye başlamadan önce şaşkın şaşkın bana baktı. 

  "Baba...Bunun anlamı ne?" Tankhun ve Kim şaşkınlıka sordu.

  "Evet... Nam Phueng benim kız kardeşim."

  Göz yaşlarım yanaklarımdan aşağı süzülürken tabancayı daha da sıkı tuttum. Thankhun ve Kim, Kinn'e sempatiyle baktı. Karşımdaki bana doğru yürümek üzereydi, ama sanki dizleri zayıflamış gibi- Kinn yere yığıldı. 

  "Porsché..." Kim silahını indirip duvara bakarken dudağını sıkıca ısırdı ve kendi eliyle o kadar acıyla ezdi ki Non onu durdurmak zorunda kaldı. 

  "Honey..." Khun Kan aniden mırıldandı. Annemin adını duyar duymaz ifadesi gevşedi. Sanki bir transta tuzağa düşmüş gibiydi.

  "Nam Phueng benim güzel kız kardeşimdi. Çocukluğumuzdan beri dört kardeş olarak beraberdik.... Ve o bizim ailemize geldiğinden beri her şey canlandı," dedi Khun Korn somurtkan bir yüzle, annemi hatırlatarak. 

  "Öyleyse neden bana bunu söylemedin baba!?" Kinn babasına bağırdı. Gözleri hem küfürlü hem de korkmuştu.

  "Porsche...Özür dilerim, üzgünüm, ne yapmalıyım? Ne yapacağım?!" Kinn bana bakmak için döndü ve yumruğunu tüm gücüyle yere indirerek yere düştü.

  "Kinn..." Dudağımı sıkıca ısırdım. İkimiz de acı çekiyorduk ve hiçbirimiz hareket etmeye cesaret edemiyorduk.

   Khun Korn'un onayıyla kalbim paramparça oldu ve Kinn'in benimle birlikte çöküşünü görmek onu on kat daha kötü hale getirdi. 

  "Nam Phueng'i veya Honey'i çok seviyoruz. O evin kalbi haline geldi. Agong ve annem bile onu bizden daha çok sevdi," dedi Khun Korn, hepimizin ona bakmasını sağlayarak yumuşak bir sesle.

  "Y-Yoksa---"

  "Anne-babamız tarafından evlat edinildi. Annem bir kızı istedi, bu yüzden Nam Phueng'i yetimhaneden aldık ve onu kendi çocuğumuz gibi büyüttük." 

  Kinn ve Kim birlikte iç çekti. Kinn, sanki bir sorun çözülmüş gibi yüzünü ve kendi gözlerini okşadı. Ama ne rahatlamış ne de başka bir şey hissetmiştim.

   "O zaman neden bana bir şey söylemedin..." diye sordum.

  "Seninle ilgilenmek istedim Porsche. Athi'den inatçı olduğunu biliyordum ve görünüşe bakılırsa beni tanımadın da. İçeri girip sana nasıl söyleyeceğimi bilemedim. Eğer gerçeği bilirsen seni nasıl sevdiklerimizin çocuğu gibi büyütebilirdim?"

  "Yaptıklarını telafi etmek için, ha?" Khun Kan kinle söyledi. 

  "Bana sadece iyilik dilediğini söyledin... O zaman neden babamı öldürdün!?" Kolumu uzattım ve namluyu tekrar Khun Korn'un yüzüne doğrulttum. 

  "Ben öldürmedim, Porsche." Khun Korn yüzünde ve gözlerinde oldukça güçlü bir ifadeyle çıktı. 

  "Ona yalan söylemeyi bırak Korn! İşler bu noktaya geldi bile! Ona gerçeği söyle!" Khun Kan müdahale etmeye devam etti.

  "Kes sesini piç! Gerçekten aklın yok, ha? Pat ve Nam Phueng'in bir kaza geçirmiş gibi görünmesi için her şeyi yaptım. Sadece senin için! Ya sen bana nasıl ödedin!? Ha!? Ailemizi mahvedecek şeyler yapmaya devam ettin!" Khun Korn, Khun Kan'a bağırdı ve diğeri, kardeşine sadece kaşlarını çatabildi.

  "Ne saçmalıyorsun sen!? Bunu gerçekten benim için mi yaptın, yoksa sadece suçunu çürütmek için mi yaptın!?" Khun Karn kıkırdadı. 

  "Gerçeği ne zaman kabul edeceksin Kan!? Pat'ten benden nefret ettiğin kadar nefret ettiğini biliyorum!" Khun Kan inanmayarak söyledi.

  "Ettim! İtiraf ediyorum ki ondan nefret ediyorum. Honey'i benden aldığı için ondan nefret ediyorum! Ve ne yaparsam yapayım ya da Honey'e ne yaparsam yapayım... O beni asla kabul etmeyecek." Khun Kan başının yan tarafını tutarak konuştu. 

  Artık neye inanacağımı bilmiyordum.

  "Çocukluğundan beri duyduğun o kıskançlık seni hiçbir yere götürmez Kan."

  "Ama Pat'i ben öldürmedim! O gün ne olduğunu gayet iyi biliyorsun!"

  Pete

  [Geriye Dönüş]

  "Senin zavallı ailen sadece birbirlerini öldürmek için çocuk yetiştiriyordu! Babam gözde olmak için kendi kardeşini öldürdü. Ve gelecekte, kardeşin sadece aynısını yapacak!" 

  Kan, Pat'in yüzüne yumruk atmak üzereydi ama Korn onun yolunu kesti. Pervasız olmak Kan'ın yeteneğiydi, ancak bu, kendi kardeşinin sinirlendiğini ilk kez görüyordu. Çünkü ailede kaslı olan oyken beyni Korn'du.

  "Babam bize birbirimizi öldürmeyi öğretmedi!" Korn yumruğunu sıkarak Pat'in yüzüne bastırdı. 

  Kan, Pat'i hor görüyordu ama kız kardeşinin piç kurusuna hayran olduğunu inkar edemezdi, ve Pat'i bu halde görmek sadece Nam Phueng'i üzerdi. Sevgili küçük kız kardeşinin bu durumda olduğu düşüncesine katlanamıyordu bile.

  "Gerçekten mi abi? Karımı gizlice sevdiğini bilmediğimi sanma!"

  "Yeterince çok şey biliyorsun piç kurusu!" Ama Kan ayağa kalkmadan önce Korn hızla silahını çıkardı ve...

  Bang!

  Tabancayı Pat'e ateşleyip Pat'in çöküp yere düşmesine neden oldu. Kan ona inanamayarak baktı.

  "S-sen... Onu öldürdün... Onu sen öldürdün, abi!" dedi Kan inanılmaz bir şekilde, Pat'in cesedine şok içinde bakarak.

  "Hak etti."

  "O halde Honey'in duygularına ne olacak?"

  "Abi! Abi!"

  Nam Phueng kapıyı sertçe çaldı ve kocasının cesedini gördüğünde, dizleri zayıfladı, solmuş bir çiçek gibi yere yığıldı. 

  Hareket edemiyor, konuşamıyor ve duygu selini hissedemiyordu. 

  "Nam Phueng'i eve götürün! Porsche ve Porché ile birlikte!" 

  Korumalar, Porsche'nin hiçbir yerde bulunmazken, Nam Phueng ile Porché'yi odadan dışarı çıkarırken Korn sert bir şekilde konuştu.


  [Şimdiki Zaman]

  Her şeyi canlı bir şekilde hatırladım ve Khun Kan konuştukça parmaklarım Khun Korn'un yüzündeki tetiği çekmeye daha da yaklaştı. 

  "Hikaye yazmakta gerçekten iyisin Kan. Hiç suçluluk duygusu hissetmiyor musun? Dikkatsizce silah çekip istediğim zaman insanları öldüreceğimi mi sanıyorsun? Ben senin gibi değilim. Çaresiz olan ve Pat'in sebepsiz yere tutulmasını emreden sen değilim!"

  Khun Korn kardeşine kaşlarını çatarak kpnuştu. Sonra derin bir nefes aldı ve bana döndü.

  "Babanı dinle, Porsche. Beni yeterince tanıdığına inanıyorum. Birlikte yaşıyoruz ve halkıma Kan'dan daha fazla nasıl davrandığımı sen gayet iyi biliyorsun."


  [Geriye Dönüş]

  "Zavallı ailen çocuklarını sadece ileride kullanmak üzere yetiştiriyordu! Babam şirketin başına geçmek için kendi kardeşini öldürdü. Gelecekte, kardeşin de aynısını yapacak!" Pat, Korn'a sert bir çıkış yaptı ve Korn, öfkeyle yüzüne yumruk attı.

  "Babam bize birbirimizi öldürmeyi öğretmedi!" Korn yumruk atIP Pat'in yüzüne sertçe vurdu. Öte yandan Kan, gözleri öfkeyle parlayarak sadece kavgayı izliyordu.

  "Gerçekten mi abi? Karımı gizliden gizliye sevdiğini bilmediğimi sanma!"

  "Yeterince çok şey biliyorsun piç kurusu!"

  Korn, Pat'in yüzüne bir kez daha yumruk atmak üzereydi ama o daha yumruğunu kaldıramadan Kan silahı çekti; ve Pat'i son sefaletinden kurtardı.

  Bang!

  "Kan! Ne yaptın- Onu neden öldürdün!?" dedi Korn, Pat'in cesedine şok içinde bakıp inanamayarak. 

  "Hak etti."

  "Ya Nam Phueng? Kardeşimizin duyguları ne olacak?"

  "Abi! Abi!"

  Nam Phueng kapıyı sert bir şekilde çaldı ve kocasının cesedini gördüğünde, dizleri zayıflayıp yere yığıldı.

 "Nam Phueng'i eve götürün! Porsche ve Porché ile birlikte!"

  Korumalar, Nam Phueng ve Porché'yi odadan dışarı çıkarırken, Porsche hiçbir yerde bulunamayınca Kan sert bir şekilde konuştu.


  [Şimdiki Zaman]

  Gözlerindeki bakış ve sesindeki kararlılıkla kaybettim. Saygın bir yetişkin olarak, silahı tutuşumu isteksizce gevşettim. Artık kime inanacağımı bilmiyordum. 

  "Gerçeği sakladığım için üzgünüm, Porsche... Bunu sadece Nam Phueng'in son dileğini yerine getirmek için yaptım. Son birkaç yılda başınıza belaya neden olduğum için çok üzgünüm..."

  "Neden... Neden senin gibi biri anlamasın ki?"

  Khun Kan yakındı.

  "Hala oğlunu aldatmaya cüret mi ediyorsun... Ondan sonra Nam Phueng'e ne olduğunu biliyor musun?" 

  Khun Kan bakışlarını bana yöneltti.

  "Kendini öldürdü! Bu güne kadar inandığın kişi sadece seni kandırıyordu, Porsche!" 

  Khun Kan'ın omuzları titriyordu, yavaşça başını indirdi. Vegas babasına uzaktan baktı, gözlerinde endişeli olsa da araya girmemeyi seçti. 

  "Sen yaptın! O gün Nam Phueng hakkında konuşacağımı düşünmediysen, o asla kendi canına kıymazdı!"


  [Geriye Dönüş]

  Pat'in ölümünden bir hafta sonra, Nam Phueng ana ailenin gizli bodrum katında saklandı. Oda karanlık, sessiz, yalnızdı ve kimsenin kaçmasına imkan yoktu. Bir bebeği kucağında tutan, yanakları sınırsız gözyaşıyla akan kadının kalbinde sadece boşluk vardı.

  "Porché'yi Honey'den al ve dışarıdaki dadıya ver."

  Kan, Nam Phueng ile pazarlık etmeye çalışırken elinde bir tepsi yemek tutarak emretti, başka seçenek imkansızdı.

  "Hayır! Çocuklarımın hiçbirinizle kalmasına izin vermeyeceğim!"

  "Neden benimle böyle konuşuyorsun, Honey?"

  Kan yatağın yanına oturdu ve Nam Phueng'in hemen ardından duvara yaslandı.

  "Bırak bizi de gidelim!"

  "Hala Athi'nin peşindeyim ve çok yakında Porsche ile tekrar birlikte olacaksın."

  "Korn abi nerede... Korn abiyi görmek istiyorum."

  Kan, kardeşinin adını Nam Phueng'in ağzından duyduğu anda sinirlendi.

  "Ne diye hala onu anıyorsun ki?" Kan öfkeyle tısladı.

  "O zaman çık dışarı! Yüzünü görmek istemiyorum! İğrençsin!" Nam Phueng ağlamaya başladı ve bir sonraki bildiği şey, Kan'ın onun tepesinde dik dik baktığıydı. 

  "İğrencim, ha!? Nam Phueng!?" dedi, Nam Phueng'in iki kolunu da kavrayarak.

  "Bırak beni! Nefret ediyorum! Senden nefret ediyorum!" 

  Nam Phueng, Porché'yi geri almak için mücadele etmeye çalıştı, ancak Kan çocuğu ondan alıp Porché'yi uzaklaştırdı. 

  "Çocuğum! Onu geri ver! Geri ver!"


  [Şimdiki Zaman]

  "Hayır hayır... Honey beni aradı. O benden nefret etmedi. Çünkü ben asla onu asla incitmem, Honey'i asla incitmem! O sendin abi! Başından beri nefret ettiği sendin!" 

  Khun Kan'ın gözyaşları durmadan aktı, sanki tekrar aynı durumdaymış gibi düşüncelere dalmıştı. Ham ve canlı.

  "Kendini kandırmayı bırak Kan! Porché'yi Nam Phueng'den aldın! Onu çok sevdiğin için artık kendi karına bile bakamıyorsun!" Khun Korn öfkeyle söyledi, Khun Kan ise tek kelime etmeden kaldı. 

  Khun Korn'un sözlerine karşı dudağımı ısırdım ve yavaş yavaş silahı Khun Kan'a doğru çevirdim. Kafamda bir elin yalnızca belli belirsiz bir özelliğini görebiliyordum ama o kadar bulanıktı ki kimin eli olduğunu bile hatırlayamıyordum. 

  "Ve yaptığın şey yüzünden onu tamamen kaybettin..."


  [Geriye Dönüş]

  "Çocuğumu bana geri ver!"

  Nam Pheung, çocuğu ellerinden sökülüp dadıya verildiği anda Kan'a bağırdı.

  "Benden bu kadar mı nefret ediyorsun, Nam Phueng?"

  Kan derin bir iç çekti, yavaşça Nam Phueng'e doğru adımladı.

  "Ediyorum! Hem de yüzüne bakamayacak kadar nefret ediyorum! Ve bir gün bu aile, benimkine yaptığın gibi yerle bir olacak!"

  Kan, Nam Phueng'in vücudunu yalamakla meşgulken, Nam Phueng Kan'da bağırmaya devam etti. "Aile mi diyorsun? Bu senin ailen." 

  Kan yatağa sürünerek Nam Phueng'in bileklerini sıkıca kavradı.

  "Seni asla ailemden biri olarak görmem ben! Bırak beni!" diye haykırdı, prangalardan ve Kan'ın tutuşundan kurtulmaya çalışarak.

  "O zaman... Seni de karım yapacağım... Bu şekilde çocuklarımız hem Teerapanyakun kanına sahip olacak." Kan, Nam Phueng'in boynuna sokuldu. 

  Onu taciz ederken kadını çaresizlik içinde ağlayarak kaldı. "H-hayır! Dur! Dur Kan! Dur!"


  [Şimdiki Zaman]

  "Anne..." 

  Khun Korn'un sözleri beni hayrete düşürdü ve kalbim yeniden kırıldı. Kontrolü elimde tutmaya çalışırken ellerim titremeye başladı. Kinn'in gözleri acımayla doluydu ama içeri girip beni ne kadar tutmaya çalışsa da elim silahı her zaman ileriye doğrultmuştum. Ailemin cinayetine karışan diğer herkes gibi ben de bu salağı hemen şimdi öldürmek istiyordum. Görüşüm bulanık ve etrafımdaki herkesi öldürme isteği çok güçlüydü.

  "Abi..."

  Arkadan bir ses seslendi. Gözlerinden yaşlar süzülerek kardeşime baktım. Muhtemelen bunca zaman kulak misafiri olmuştu vPorché yaklaştıkça yaklaştı, Khun Kan bakıp anında şok oldu.

  "Honey..."

  Khun Kan nazik bir şekilde annemizin adını söyledi.

  "Nam Pueng!"

   Porché' ye doğru koşmaya çalıştı, ama hem Kim hem de ben aceleyle silah namlusunu ona doğrulttuk.

  "Kardeşimin yanına yaklaşmaya cüret etme!" diye bağırdım.

  "Honey... Üzgünüm. Çok üzgünüm..." dedi Khun Kan hayal kırıklığı içinde. Duyguları onu yiyip bitirirken vücudu yavaşça yere yığıldı. 

  "Nam Pueng seni asla affetmeyecek Kan," dedi Khun Korn, küçük kardeşine acıyarak bakarak.

  "Üzgünüm...Seni koruyamadım... Nam Pueng... Honey..." Kant dizlerinin üstüne oturup deliye dönmeye devam etti.

  "Neden bunu yapmak zorundaydın abi!?"

  "Çünkü bu intihar hapını almadan önceki son isteğiydi, senin yüzünden!..."


  [Geriye Dönüş]

  Korn Honey'i bulmaya geldi, ancak küçük kız kardeşinin içinde bulunduğu durum karşısında şaşkına döndü. Küçük figür odanın köşesinde oturuyordu, vücudu çürüklerle kaplıydı ve ifadesi tamamen deli bir insan gibiydi. 

  "Nam Phueng..." Korn usulca seslendi.

  "H-hayır! Bana yaklaşma! Çık dışarı... Çık dışarı!" Nam Phueng sıkıca kendine sarılarak çaresizce yalvardı. 

  "Benim. Benim, Korn, sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim." Diğeri Korn'un sesini duyunca hemen durdu. 

  Çenesini kaldırıp Korn'a sıkıca sarıldı. "Abi... lütfen. Bana yardım et! Lütfen!"

  "Buradayım, Nam Phueng. Buradayım." 

  Korn kız kardeşini geri alıp varlığıyla teselli etti. 

  "Bebeğimi aldılar... Porché'yi aldılar!" Nam Phueng ağlamaya devam etti. 

  "Bu gece, seni buradan götürmek için adamlarımı getireceğim." Korn, acı içinde ablasına bakarken, Nam Phueng'in çenesini kaldırarak sertçe konuştu. 

  Daha sonra, kardeşinin abisinden aldığı yaralara parmağını yavaşça sürttü. Bu onun kalbini kırmıştı çünkü kız kardeşini tekrar bu durumda görmeye dayanamıyordu. 

  "Seninle gelemem abi. Ne yapabileceğini biliyorsun. Beni elde etmek için her şeyi yapar. Onun yerine oğlumu al. Oğlumu alıp Athi'ye emanet et."

  "Ama sen? Burada kalamazsın?!é

  "Seninle kaçarsam, oğullarım tehlikeye girer. Onu çok iyi tanıyorsun abi... Beni bulana kadar asla durmayacak..." 

  Korn, Nam Phueng'den ayrılmak istemse de hiçbir şey yapamazdı. Kabul etmek istemiyordu ama kız kardeşi haklıydı. 

  "Nam Phueng..."

  "Abi, bana bir söz verir misin? Teerapanyakun ailesinin oğullarımı bulmasına izin verme. Ne olursa olsun, bir daha bu aileye karışmalarına izin verme." Korn, sevdiği kadını bu kadar acı içinde görünce acı içinde dudağını ısırdı.

  Bir zamanlar evin ışığı haline gelen hanım şimdi üzüntü ve küskünlük içinde boğuluyordu. Daha fazla bir şey söyleyemedi ve sadece sevgili küçük kız kardeşine doğru başını salladı. 

  "O zaman... Bu mektubu sana bırakacağım."

  "Ama Porsche ve Porché'yi kalacak güvenli bir yer bulursam, senin için geri geleceğiz. Söz veriyorum."


  [Şimdiki Zaman]

  "Ama Nam Phueng ikinizi de Porsche'yi korumayı seçti. Bu yüzden o... Onun yerine kendi canına kıydı. Sadece ikinizin de güvende olması için." Khun Korn bana acıyarak baktı. 

  Buradaki tüm aile için aynıydı, bu hikayeleri duymaya dayanamıyorlardı.

   "Ben her zaman verdiğim sözü tuttum. Porsche ve Porché'yi aramayı düşünmedim bile! Yakın zamana kadar kendi sözünü tutmadığını ve bu iki çocuğu tekrar kanatlarının altına aldığını ağzından öğrendim!" Khun Kan konuştu. 

  Herkesin birbirine karışık duygularla bakmasını sağladı.

  "Yapmak zorundaydım! Çünkü Athi'nin yeğenlerimi nasıl yetiştirdiğini görmeye dayanamadım! Porsche'nin geçimini sağlamak ve Porché'yi prestijli bir okulda okutmak için bu kadar ileri gitmesi gerekiyordu, oysa onlar bunu iyi bir şekilde yapabilirlerdi. Athi onlara daha iyi davranabilirdi!"

  "Hayır! Hayır! Agong'un Nam Phueng'e verdiği her şeye sahip olmak istiyorsun sadece! Sadece seninle olmalarını istedin çünkü sana Honey'in hala hayatta olduğunu hissettiriyorlar!" Khun Kan'ın söylediklerini düşündüm ve inanamayarak Khun Korn'a bakmak için döndüm. 

  "Yeter artık Kan!"

  Khun Korn, Khun Kan'a homurdandı, ancak diğeri, hissettiklerine çok dalmıştı ve özür dilemeye devam ediyordu.

  "Honey... Üzgünüm... Çok üzgünüm..." Yere eğilip bir süre sessiz kaldı ama aniden başını kaldırıp yanındaki korumalardan birinden silahı aldı ve Khun Korn'a doğrulttu.

  Khun Kan onu vurmak üzereydi, ancak P'Chan, Khun Kan'ın bileğini yakalayacak kadar hızlıydı ki silahı elinden tekmeledi.

  Vegas babasını korumak için acele edince kaos yeniden alevlendi. Kinn bana doğru koşmaya çalıştı ama ikinci aile tarafından yakalandı. 

  Silahı patronlarına doğrulttuğumda ikimiz de ikinci ailenin adamlarından oluşan ordularla çevriliydik. Fırsatım varken, aceleyle Porché'yi Kim'e ittim; karşı duruşta olan ve daha sonra ikinci aile tarafına dönüp bir kez daha savaşmaya çalıştı. 

  Bir sürü hata yaptım. Silahım çok uzağa fırlatıldığı için tekme ve yumrukla kendimi savunmaya çalışıyordum. Bedenim sera kapısına sert bir şekilde çarptı ve annemin bilerek burayı inşa ettiğini hatırladım.

  Ancak, tüm pencereler artık siyah bir filmle güvenli bir şekilde bağlanmıştı ve vücudum yandan dokunduğunda, tenimde yoğun bir soğukluk hissettim.

  "Porsche!" Kinn bana bir silah fırlattı, hemen alıp düşman tarafına ateş ettim. O piçler bana doğru koşuyorlardı ve silahı elime aldığımda herkes uçup gitmişti.

  Bakışlarım şu an bulunduğum yerde oyalandı ve tanıdık bir koku geldi aniden burnuma... Annemin parfümüydü.

  "Porsche!"

  Khun Korn başını iki yana sallayarak takip etmemi işaret etti ve kendimi seranın içinde bulduktan hemen sonra konuştu.

  Khun Korn kapıyı kapattığında Khun Kan, P'Chan, Kinn ve beni içeride bıraktı. Bakışlarım şüpheyle etrafta gezindi ve Khun Korn'un huzursuz yüzüne indi. Bu beni rahatsız ediyordu ama duyularım şu anda karşı karşıya olduğum durumla çok meşguldü. 

  Annemin tanıdık kokusu ve kemanların sesi çalmaya devam etti. Annemin kokusunu takip edip kokunun kaynağına ulaştığımda gözlerim şokla açıldı.

  "Anne!"

  Nefesim kesildi.

  Önümdeki görüntü, uzun beyaz bir elbise giymiş ve elinde bir buket gül tutan annemdi. Sanki sadece uyuyormuş gibi mükemmel durumda cam bir tabutta tutuldu. 

  "Anne, anne!" Tabutu sıkıca tuttum, aynayı mümkün olan her şekilde kırmaya çalıştım, böylece ona tamamen sarılabilirdim. 

  "Porsche! Porsche, sakin ol." Kinn yürüdü ve beni cam tabuttan uzaklaştırdı.

  "Nam Pueng! Tatlım!" Khun Kan, çaresizce bakarken neredeyse benim kadar delirmişti.

  "Aile mezarlığımıza gömüldüğünü söylemiştin... Bunun anlamı ne, abi!?" Yumruklarını sıkıp ağlamaya devam etti. 

  "Bunu yaptım çünkü bu Nam Phueng'in son dileğiydi." Khun Korn yavaşça bize yaklaştı.

  "Hayır, hayır!" Khun Kan gevezelik etmeye devam etti. 

  "Oğullarını tekrar göreceği günü bekliyor. Son dileğini yerine getirmek için her şeyi yaptım... Bunu bir süreliğine saklamak zorunda olduğum için gerçekten üzgünüm Porsche. .."

  "Bu yalan..."

  Khun Kan şakaklarını kavramak için döndü. 

  "O gün... Bana ölümünden sonra bile en azından oğullarının onu görmesini istediğini söyledi. Bu yüzden bunu yaptım."

  "Sana artık onlarla uğraşmamanı söyledi."

  "Bunu sana mektupta mı söyledi?"

  "O mektubu alan sendin! Sana bıraktı, abi!" Khun Kan'ın sesi giderek yükseldi, ama dikkatim ikisinde de değildi, annem tam önümdeydi.

  "Anne... Lütfen gözlerini aç. İşte buradayım, oğlun... Lütfen... Lütfen uyan..." Annemin beni duymasını umarak adını seslenmeye devam ettim. Ama biliyordum ki onu ne kadar çağırsam da bana bir daha cevap vermeyecekti. 

  "O gün, Porché'yi Athi'nin bakımına bırakmadan önce, Nam Phueng ona Black Rose personelinin çocukları büyürken aldıkları bir resim çerçevesi verdi."

  Khun Korn kardeşine dönmeden önce şunları söyledi; "Öyleyse, şimdi zırvalamayı bırak Kan! Ailemizin ve Nam Phueng'in son dileklerini mahvetmeyi bırak!"

  "Honey..."

  Khun Kan, annemin adını söylemeye devam etti. Sesini ne kadar çok yansıtırsa, kafamın içindeki acı o kadar yüksek oluyordu.

 "Athi ölmek zorundaydı ve bu sabah cesedini toplama emrini verdin çünkü umutsuzca tüm kanıtları yok etmek istedin. Bütün Kittisawat ailesi sırf senin kıskançlığın yüzünden acı çekmek zorunda kaldı Kan! Beni kıskanıyorsun çünkü babam bana çok ilgi gösterdi ve şimdi kıskançlığını Pat'e ve Nam Phueng'e çevirdin! En başından beri kıskançlıkla kendini boğdun ve bu zaten tüm hayatını tüketti! " 

  Söylemeye çalıştıkları her şeyi sindirmeye çalışırken tabancayı tekrar sıkıca kavradım. Çünkü yapmazsam, kendimi kaybedip yine ortalığı mahvederdim.

  Anne, ne yapmalıyım?

  "Abi... Sen gerçekten hiç sevdin mi birini?"

  Khun Kan aniden yumruğunu sıkarak Khun Korn'a doğru adımladı.

  "Ben seviyorum Kan, bunu çok iyi biliyorsun... Kendi alemiz için her şeyi yapacağım ve şimdi Porsche ile Porché zaten bunun bir parçası, onlar için de her şeyi yapacağım..." 

  Khun Korn, kardeşine somurtkan bir bakış atarak, kendine inanarak söyledi.

  "Yalanlarla dolusun!"

  Khun Kan, yumruğunu abisine doğrultarak bağırdı. Her şey çok ani oldu ve ben daha gözümü bile kırpamadan... 

  Bang!

  Khun Korn, Khun Kan'ın kafasından vurdu.

 "Uyu artık kardeşim..." dedi Khun Korn acı içinde. 

  Kardeşinin soğuk vücuduna karşı gözlerini kapatırken başını aşağıda tutuyordu. P'Chan hemen Khun Kan'ın vücudunu alıp yana yatırdı.

  Yalan söyledi!

  Khun Kan'ın cesedini gördüğüm anda kafamın içinde hafif bir ses çığlık attı.

  Sana yalan söyledi, Porsche! Yalan söyledi!

  Duyduklarıma dayanamayarak silahı Khun Korn'un kafasına doğrulttum. Etrafımdaki herkesin paniklemesine neden oluyorum.

  "Porsche!" Duymayı beklediğim tanıdık ses adımı seslendi ama başımı kaldırdığımda... 

  Kinn'di, babasını benim silahımdan koruyordu. 

  Tetiğin önünde duruyordu, bana acı dolu bir bakış atarken yanaklarından yaşlar süzülüyordu.

  "Babama güven, Porsche... Ve sonsuza kadar benimle kal."

  "Ama senin ailen, benim ailemi öldürdü, Kinn!"

  "Babam insanları feda etmiş olabilir ama seni ve kardeşini korumanın tek yolu bu. Şimdiyse ikinize de iyi bakacağına söz verdi."

  "Kime güvenmem gerek, bilmiyorum Kinn."

  Kinn'e acı içinde bakarken dudaklarımı ısırdım.

  "Seni seviyorum Porsche. Seni hayatımdan daha çok seviyorum. Eğer o gün gelirse, ailemin seni incitecek bir şey yaptığından emin olduğunda... Yüreğindeki acıyla beni öldürebilirsin," dedi Kinn tam bir pişmanlıkla.

  Yapmadığı şeylerin cezasını kabulleniyordu.

  "Sana yalan söylediğim için çok üzgünüm, Porsche. Ama bunu sadece annenin isteği üzerine yaptım... Cesedini burada tuttum, çünkü o zaten ölmüş olsa bile en azından seninle tanışmak onun isteğiydi," dedi Khun Korn yine rahatlatıcı sesiyle.

  "Sen benim her şeyimsin, Porsche. Ama ailemi gerçekten affedemezsen, cezayı seve seve kabul ederim." 

  Kinn silahımın namlusunu aldı ve alnına dayadı. 

  "Lanet olsun..." dedim nefes nefese, kalbim Kinn'in hareketiyle erirken.

  Bu böyle olmak zorunda mı? 

  Gözümün önünde bütün dünyam elimden alındı ​​ve onu korumak için hiçbir şey yapamadım... Ama şimdi ikinci dünyamın inancı tam elimin altında ve parmaklarımın önündeydi... Yapmalı mıyım? Hala tetiği çekmeyi mi seçmeliydim?

  "Seni... Seviyorum, Kinn."

  Dizlerim hızla zayıfladı ve yere düştüm. 

  "Porsche."

   Kinn adımı seslenip beni sıkıca kucakladı. Hem bakışları hem de sıcaklığı içimdeki donmuş duyguları eritip sakinleştirdi. 

  Kinn babasına inanmamı söyledi ve sonsuza kadar onun kollarında kalmam için bana yalvardı. Benden babasını affetmemi ve her şeye yeniden başlamamı istedi.

  Ona inanırsam, bana kızar mısın, anne?

  Kinn'i yanımda istedim, kalın ve ince. 

  O benim hayatımın ışığı, beni bu zalim ve kurnaz dünyadan koruyan zırhtı. Aileme kimin haksızlık yaptığını asla unutmayacaktım, bunun bana yaşattığı ıstırap ve acıya katlanamayacaktım.

  Bu anıları her zaman bana seçtiğim yolu hatırlatmak ve yönlendirmek için kullanacaktım. 

  "Ben de seni seviyorum, Porsche. Ve ne olursa olsun seni koruyacağım," dedi Kinn alnıma hafif bir öpücük vererek.

   "Eve gidelim, oğlum." Khun Korn eğildi ve başımı hafifçe okşadı. Tam kendimi Kinn'in yardımından ayırmak üzereydim ki...

  Bang! Bang! Bang!

  "Baba!"

  Vegas dışarıdan kapıya yüksek sesle vuruyordu. Khun Kan'ın cesedine içimde karışık duygularla baktım. Ne hissedeceğimi ya da olanlara nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum.

  Ailemi mahvetti, babamı öldürdü, hatta anneme tecavüz etti... Ama yaptıkları yüzünden ölmeyi gerçekten hak ediyor muydu?

  (Ç/N: Yazarın her şeye tecavüz ekleme arzusu beni deli ediyor..)

  "Onu içeri al." Khun Korn, P'Chan'a emretti ve kapıya doğru başını salladı.

  Kapı açılır açılmaz Vegas dondu. Doğrudan babasının soğuk vücuduna bakarken gözleri boştu. Sanki tüm duyuları bir göz açıp kapayıncaya kadar çökmüş gibiydi. Kafasını inanamayarak sallarken gözlerindeki acıyı görebiliyordum. Umutsuzca babasını yakalamak istedi ama yapmamayı seçip kaçtı. 

  "Vegas!" diye bağırdı Pete, bakışlarıyla Vegas'ı takip ederek. 

  Diğerinin peşinden koşmak üzereydi ama izinde durdu ve onun yerine doğruca Khun Korn'a gitti. Yavaş yavaş bize yaklaşırken gözlerim Pete'den hiç ayrılmadı. Bir şey söylemesine gerek yoktu çünkü bakışlarımız buluştuğu anda ne düşündüğünü tam olarak biliyordum. 

  "Efendim... Çok üzgünüm." Pete yavaşça başını eğdi ve siyah ceketiyle birlikte asıl ailenin broşunu çıkardı ve Khun Korn'a doğru tuttu.

  "Bundan emin misin, Pete?" Khun Korn sorguyla konuştu. 

  "Beni bağışlayın, efendim," dedi Pete titreyen bir sesle.

  "Tamam. Bir bakayım." Khun Korn, Pete'in elinden her şeyi aldı ve yanında duran P'Chan'a verdi.

  "Bana merhamet ettiğiniz için teşekkür ederim efendim." 

  Pete, Vegas'tan sonra koşmaya başlamadan önce hafifçe başını eğdi. 

  "Pete... Pete!" Thankhun, Pete'i takip etmek üzereydi ama Arm ve Pol onu yakaladı. Bakışlarım sadece arkadaşımın hareketini izledi ve sessizce yapmayı planladığı şey için ona iyi dilekler diledi.

   Ona ve Vegas'a karşı olabilirdim...Ama Vegas'a karşı gerçekten böyle hissediyorsa, bu konuda hiçbir şey yapamazdım ve her ikisi için de en iyisini dilemeliydim. 

  Ve umarım ki, bir gün hepimiz tekrar birlikte olabilirdik.


  [Bir Ay Sonra]

  Olaydan sonra, her şey çözülmeye başladı ve ana aile Khun Kan için onurlu bir cenaze töreni düzenledi. Pete daha sonra bize kötü haberler hakkında bilgi verdi, Khun Kan'ın ölümünün o gününden sonra Vegas şiddetli yağmurda dışarı çıktı ve bir kazaya karıştı. Vegas bir ay sonrasına kadar hiçbir iyileşme belirtisi göstermedi.

  Pete, varsayılan olarak kendi yetki alanına giren Vegas ve Makao'yu yakından takip etti. Thankhun, kardeşleri küçümsemeye devam etse de, Pete'i özlediği için neredeyse her gün Vegas'ı ziyaret etmeye çalıştı. Kinn ve Kim, mümkün olan en kısa sürede normale dönmek için hem birincil hem de ikincil ailelerle araları düzeltmek için her şeyi aceleye getirdi.

  Bütün ay boyunca stresli olan bizler için, Thankhun her birimizin gevşemesi ve rahatlaması için bir parti düzenlemeye karar verdi. Ama tabi iki taraftaki arkadaşlarımızı da davet ederek ekstra olması gerekiyordu.

  "Partiyi aydınlat, Time!" Thankhun, etkinlikte insanları yönetmeye ve yönlendirmeye devam etti.

  "Otelindeki yiyecekler hala berbat!" Diğeri Tae ile alay etti ve piç de karşılığında onun tarafını tekmeledi.

  "Üçünüze gelince: Jom, Tem ve Mew! Gidip şuradaki müzik setine bakmama yardım edin. Herkes sağır olana kadar müziği açın!" Küçük piö çok heyecanlıydı, başımı ağrıtıyordu.

  "Hey! Bu doğru mu!?" Arm birdenbire konuştu, yanında Pol ile bana doğru yürüyordu.

  "Size kendiniz halletmenizi söylemiştim! Ve ikiniz de hala karar veremiyorsunuz!?" Kollarımı kavuşturmuş ve ayaklarımı gıdıklayarak önlerinde durdum.

   Bir ay oldu ve bu ikisi hala Pete'in yerini kimin alacağına karar veremiyordu. 

  "Bu tür meselelere dikkatle karar verilmeliydi, Porsche!" dedi Pol.

  "Başka seçeneğin yok Pol. Ben de bu boktan bıkınca yerimi senin almanı sağlayacağım. Ya da Arm. Kim önce gelirse." Kıkırdadım ve ikisi de bana bakmak için döndüler.

  "Neyden bahsediyorsun sen, Porsche? Bu ciddi bir şey." Arm inanamayarak konuştu ve ben sadece gülerek cevap verebildim.

  "Haydi beyler! Kim kim olacak?" diye sordum. 

  "Lanet olsun! Gel buraya Arm!" diye haykırdı Pol, kollarını sıvadı ve Arm'ı kendisine doğru çekti.

  "Bunu burada bitirelim!"

  "Hadi bakalım!" Arm da aynı heyecanla kollarını kaldırarak cevap verdi. 

  "Pekala! Bu sadece bir seferlik olacak. Kim kazanırsa yerini alır," dedim ve ikisi de bana inanmış gibi baktılar. İkisi de derin bir nefes aldı ve koro halinde konuştu.

  "Jackenpon!"

  "Sikeyim!" Arm bir anda kendine inanamadı.

  Pol da ona katıldı.

  "Ben Thankhun'un korumalarının şefi olmak istemiyorum!" Arm, Pol'e havladı ve ben onun ağlamasına çok güldüm. 

  "Yani, Arm mı?" Kinn bana bir bardak likör vererek sordu ve ben de hafif bir gülümsemeyle başımı salladım. 

  "Yorgun musun?" diye sordu Kinn, başımı hafifçe okşayarak.

  "Hayır." Dikkatimi baş koruma olmamak için savaşan iki kişiye vererek ona cevap verdim. 

  "Emin misin?" Kinn'in sesi aniden alçaldı ve bakışlarım ona çevrildi. 

  Dudaklarını omzumun ve ensemin köşelerine yaslayarak kalçamı çimdiklemişti.

  "Bu gece yapabilir miyim?" Fısıldadı. 

  "Şansın yok, piç!" Onu azarladım ve o deli, sadece kıkırdadı. 

  "Gelsene, sorun yok." Kardeşim sesi aniden yankılandı ve dikkatim doğrudan bahçeden gelen şekle çevrildi. Kim ve Makao. 

  "Sana aramanı söyledim saat 18:00. Saat kaç oldu ha!? Saat şimdiden 20:00! Gergedan!" Thankhun geç kalanları azarladı ve Macau sadece başını aşağıda tutabildi.

  "Phi, sakin ol, tamam mı?" Ché karşılık verdi.

  "O zaman gel şu telde bana yardım et!" dedi Thankhun, Macau'nun kolunu ona doğru çekerek. Ondan nefret ediyormuş gibi gelebilirdi ama içten içe onun da umursadığını biliyordum. 

  "Neden ben olmak zorundayım? Korumalarınızdan bunu yapmasını isteyemez misiniz?" Macau - başı hâlâ aşağıda - onunla tartışıyordu.

  "Şuradaki güzel ışıkları görüyor musun? Bunu onlar yaptı. O halde şikayet etmeyi bırak ve bana yardım et!" Thankhun yanıtladı ve Macau içini çekmeden edemedi. 

  Öte yandan Kim, erkek kardeşi ve kuzeni "Yazık," diye izliyordu. Bize dönüp bağırmadan önce konuştu.

  "Hey! Hepinize iyi haberlerim var, Vegas uyandı."

  Kim'in açıklamasını duyduktan sonra herkes keyifle gülümsedi. Ana ve ikinci ailenin arası hâlâ iyi olmayabilirdi, ancak üç kardeşin hem Vegas'a hem de Macau'ya yardım sağlama çabalarını takdir ediyordum. 

  Öte yandan, Khun Korn tarafından şımartılmıştım. Bana, annemizin bize bıraktığı her şeyi verdi ve hatta çok daha fazlasını sağladı. 

  Porché'yi annemizin tutulduğu kış bahçesine götürmeme izin verip bize annemizin ve eşyalarının tüm haklarını verdi.

  Onun düzgün bir şekilde gömülmesini istedim ama Porché onu bir süreliğine bırakmamı söyledi. Doğru zaman geldiğinde onu babamızın yanına gömecektik.

  "Teşekkürler, Kinn. Her şey için." Kinn'e içten bir minnetle baktım. 

  "Beni seçtiğin için teşekkür ederim." Kinn gülümsedi, kimsenin gözlerinden korkmadan dudaklarımı öpmek için çabucak başını eğdi. 

  "Tabii seni seçerim! Başka gidecek yerim yok, piç!"

  Dalga geçtim.

  "Seçsen bile ben izin vermem." Kinn kıkırdayarak ellerini kalçalarıma koydu ve ben de otomatik olarak kolumu boynuna doladım. 

  "Beni neden seviyorsun?" Kinn'e her gün aynı soruyu soruyordum.

  Kinn'in ağzından 'aşk' kelimesini duymayı neden bu kadar çok sevdiğimi bilmiyordum. Sadece kalbimi ısıtıyordu.

  "Tekrar sor." Yavaşça yanağımı okşayarak cevap verdi. 

  "Bana cevap ver," dedim alçak sesle, Kinn'in saçlarıyla usulca oynayarak.

  Bunu ne zaman öğrendim bilmiyordum ama her zaman işe yarıyordu.

  Kinn, yüzünü kulağıma yaklaştırıp söylemeden önce hareketime kıkırdadı.

  "Çünkü yaramazsın." Kıçımı sertçe kavrayarak, hırıltılı bir sesle söyledi. 

  Nefesim kesildi, Kinn'in yüzüne yaklaştım ve biraz daha sordum.

 "Ve?"

  "Ve bunu çok seviyorum."

  Kinn öne eğildi ve yanağımı öptü. Yüzümü omzuna gömmeden önce gülümsedim.

  Yanlış bir başlangıç ​​yapmış olabilirdik ama iyi bir sonla bitmiştik ve gün gelirse, Kinn beni bu şekilde tuttuğu sürece yeniden yargılanmamız gerekecekti...

  Ꮂ Bu şimdiden yeni bir gökyüzü, Songkran şarkı söylüyor. O melodi, o ton. Dansla kışkırtıcı bir şekilde sallanıyor Ꮂ

  Ama önce bu piçle ilgilenmemiz gerekiyordu.

  "Henüz Songkran bile değil! Ne bu be!" diye bağırdım.

  "Sana ne be?!"

  Tankhun şarkı söylemeye devam etmeden önce bana karşılık verdi.

  Kinn ve ben, abisinin davranışlarına başımızı salladık. Sonra bakışlarım eve bakmak için döndü ve ikinci katta bize camdan bakan Khun Korn ve P'Chan'a tökezledi. Onlara hafifçe gülümsedim ve Khun Korn sıcak bir gülümseme vermek için geri döndü. 

  Şimdi ikimizin gülümsemesini gördüğüne annem ve babam kadar mutlu olmuş olmalıydı. Bu gece olan tüm kahkahalar ve gülümsemelerle, sonsuza kadar böyle kalmasını diliyordum...


  [Korn'un Ofisinde]

  Korumaları ve çocukları mutluluk içinde gülerken Korn'un gözleri bahçeye baktı. Memnundu ve kalbi doluydu. Çünkü her şey planına göre sorunsuz gidiyordu.

  "Sadece galipler tarihin yazarları olabilir," dedi Korn elindeki konyayı rahatça kaldırırken. 

  "Bundan sonra ne yapacağız efendim?" Chan yanıtladı.

  "Birbirlerini derinden sevsinler. Bu şekilde oyun eğlenceli olur."

  Korn yavaşça cam pencerenin kenarına oturdu.

    "Ana ailenin, dediğiniz gibi, uzun süre dayanabilmesi için en güçlülerine ihtiyacı var, efendim." Chan bir puro uzattı ve Korn düşünceli bir şekilde onu ağzında tuttu.

  "Babamın bana başından beri öğrettiği buydu. Tek başına aşk, uzun süre dayanamaz. Gücün aksine." 

  Korn küçük bir gülümseme gönderdi. 

  "Khun Kinn'den mi bahsediyorsunuz, efendim?" Chan monoton bir şekilde sorsa da Korn cevap olarak sadece kaşlarını çattı.

  "O iyi. Ama bence... Kim içlerinde en güçlüsü." 

  Chan sessiz kaldı ve cevap olarak sadece efendisinin önünde eğildi. 

  Korn daha sonra pencereden aşağıya, insanlara oyunun piyonlarıymış gibi derin derin baktı. Bir kağıt çıkardı, bir an onlara baktı, sonra hiçbir şey yokmuş gibi yumruğunda buruşturdu.

  "En uygun olanın hayatta kalmasına izin vereceğiz."