[CutiePie] Giriş

 Gilayn Wang, ailesinin anlaşmayla Kuea Keerati ile nişanlandı. Keerati Ailesi, Nam Phraya'nın soyundan geliyor ve onları Tayland ipek-giyim markaları için birçok arazi ve ihracat şirketinin sahibi yaptı.

  Wang Ailesi, savaş zamanında kaçmak için Tayland'a gelen ve Keerati ipek dükkanında çalışan Çinli bir ailenin soyundan.

  Wang Ailesi ile çalışma konusundaki dikkatliliği, Keerati ailesinin güvenini kazanmasına ve ülke çapındaki Keerati Aile Şubelerinin yöneticileri olmasını saladı.

  Sonunda Wang ailesinin varisi, bir içecek fabrikasının sahibinin kızıyla evlendi ve bu nedenle kendisini karısının işine adamak ve Bangkok'taki şubelerini genişletmek adına istifa etmek zorunda kaldı.

  Keerati ailesinin Wang ailesiyle nişanlanması mümkün olmuştu - çünkü Khun Keerati, Wang ailesini çok seviyordu.

  Wang ailesi, yurtdışında bir içecek ithalat-ihracat işi başlatmaya karar verip on milyonlarca borcun altında kaldıklarında zor durumda kalmışlardı.

  Keerati ailesi, Wang ailesinin malikanelerinde dolaşan iki yaşında bir çocuğu olduğunu öğrenince torunların nişanlanması gerektiğine karar verdi.

  "Wang ailesi olarak, Lian'ın doğacak olan torunumla nişan sözü verirsen tüm borcu kapatacğız."

  "Ama evlenecekleri kesin değil..."

  Genç Efendi Keerati'nin bir diplomatla ilişkisi olan ve gelecek yıl düğünü gerçekleştirmek için doğru anı bekleyen bir kızı vardı.

  "Evet fakat gelecekte evlenecekler. Lian hala büyüyor ve onun torunumla iyi ilgileneceğine eminim."

  İki yaşındaki Lian yetişkinlerin ne dediğini anlamıyordu ama yine de duyduğu şeylere karşı sadece başını salladı.

  "Peki, siz bize yardım ettiniz. Sizin ailenizle olmak bir onur bunun bedelini ödemek için her şeyi yapacağım."

  "Yalnızca sana güvenebilirim. Büyükannem, kocasıyla yabancı bir ülkeye taşındı. Keerati işi eskisi kadar işlek değil. Zaman değişti, insanlar artık nadiren ipek giyiyor. Gelecekte Keerati ailesine dair hiçbir şey kalmayacak, bu yüzden torunlarım için biriktirdiğim parayı ona bırakmak ve elindeki parayla kendine ait bir işe devam etmesini istiyorum."

  "Efendim, bunu yapamam. Her halükarda bir sözleşme imzalanmalı ve Keerati hissedar olarak kalmalı. Gelecekte Lian'ın torununuzla evleneceğine yemin ediyorum."

  "Ah... O zaman öyle yapalım."

  Bu sözleşmeden sonra Wang Aile Şirketi, Keerati markalı bir içecek firması haline gelerek hem meşrubat ithalatında hem de bira fabrikasında ön plana çıkmayı başardı.

  Aynı zamanda, Keerati Şubesi kapatıldı ve sadece eski Bangkok şehir mağazalarının ana ipek şubesi hala çalışır durumda kaldı. Keerati ailesinin kalbi olan en küçük torun, iş krizinin tam ortasında doğdu.

  Kuea Keerati, kuzey Avrupa iklimi çok soğuk olduğu için memleketine dönmek isteyen bir İsveçli diplomatın eşinin oğlu olan, annesinin kollarında pembe yanaklı bir oğlandı.

  "Lian... Ona iyi bak."

  Kewlyn Keerati, babasıyla kendi babası gibi güvendiği eski girişimci arasındaki anlaşmayı kabul etti, bu nedenle Lian, evin bir başka torunu olarak görüldü.

  Gilayn Wang ya da namı diğer Lian, yedi yaşında, Çin asıllı, anne tarafından ağırlıklı olarak Taylandlı olması nedeniyle teni çok beyaz olmayan genç bir adamdı.

  Babası gibi gülümsediğinde, ağzının kenarındaki gamze belirdi.

  "Peki..."

  Sevgi dolu gözlerle pembe yanaklı, küçük bir kedi yavrusu gibi dudakları olan bebeğe baktılar.

  Gözleri kapalıydı, ağzı küçücüktü ve sevgi dolu bir kucak arıyordu.

  "Adı Kuea ve gelecekte onu sana emanet edeceğim," dedi annesi.

  Lian küçük çocukları sevmiyordu çünkü ağlıyorlar, rahatsız ediyorları, ona sıkıyorlardı. Ağlamak zayıflar içindi ve Lian güçlüydü, kolay kolay hemen ağlamazdı. Küçük olanın parmağını tuttuğunda, pembe yanaklara sahip beyaz tenli bebek ağlamaya başladı.

  "Hayır, bana inatçılık yapma."

  Lian parmağını hafifçe oynayıp elini geriye çekti.

  "Seni sevmemi istiyorsan, böyle davranmamalısın."

  "Lian, artık onu abisisin. Nong Kuea'ya iyi bak," dedi annesi. Lian bebeğin böyle ağlamasından pek de mutlu olmamıştı.

  Yavru kedi bakmak gibiydi. Zamanla büyüyüp ona yoldaş olacaktı. Eh, hızlı büyüyüp Lian'a oyun arkadaşı olsa bu Lian'ın daha çok hoşuna giderdi. 

  Böylece onların hikayeleri başlamış oldu.

 Lian ve Kuea'nın nişanı, cennette yapıldı.

  ☆

  Nam Phraya'nın soyundan olmasının yanı sıra, yirmili yaşlarında olan Kuea Keerati; vasiyetnamenin düzenlenme şeklinden dolayı mirasçı soyadını aldığından paranın teslim edilebileceği tek çocuğu olduğunu söylemişti. Bir diplomatın oğluna yakışır davranışları düzgündü, olgun konuşup yaşlılara karşı sıcakkanlıydı. Konuşurken duyulan sesi, tek kelimeyle cennetten çıkma gibiydi.

  Yirmi yedi yaşındaki Lian Wang'a gelince; bir dizinin kahramanı olarak yakışıklı, uzun boylu, yapılı ve her gülümsediğinde ağzının kenarında beliren bir gamzesi vardı. Genç adama bakan gözleri aşk doluydu. Kalın eller sık ​​sık Kuea'nın elini tutup her adımında onunla ilgileniyordu, çünkü Çin kökenli bir ailede büyüdüğünden az konuşuyordu, ve her konuştuğundaysa o sesiyle pürüzsüz şekilde konuşuyordu.

  İkisi birlikte yürüdüklerindeyse, abi ve kardeş olarak, uygunsuz bir şey yoktu. Tabii ki, mezun olduktan sonra Kuea ve Lian'la evleneceğine dair söylentiler vardı. Bir yandan ailesinin birçok arazisi vardı ve Wang ailesi her geçen gün iş hayatında giderek daha zengin oluyordu.

  Düğün harika olacak ve birkaç yıl içinde gerçekleştiğinde ülke çapında haberlerle dolacaktı.

  Tabii ki her şey yolunda gitmiş olsaydı...

  ☆

  Kuea Keerati hüsran içinde ağlarken bıkkın bir ifadeyle masasına yaslanmış uzun boylu adamın kafasına vurmak istedi. Ömür boyu nişanlısı olan adam onunla ilgilenmiyordu bile. Hia Lian artık ona bir yabancı gibiydi.

  "Ne demek istiyorsun?"

  Konuşurken sesinin titrememesi için gösterdiği çaba her şeye değerdi. Nişanlısıyla konuşurken sesini sabit ve nazik tutmaya çalıştı. Küfürler savurmak istese de yapmadı.

  "Açıkça söyledim ya. Niye tekrar sorup duruyorsun?"

  Diplomatların oğlu Kuea Keerati, mükemmel damat, soğukkanlılığını asla kaybetmedi.

  "Çünkü anlamıyorum."

  "Anlamıyor musun yoksa anlamak mı istemiyorsun?"

  Yüzü güzel ama soğuktu, Lian dönüp Kuea'nın sulu gözleriyle karşılaştı. Kalın eller içki masasının pahalı bardağını kavradı ve sessizliğin ofisin kontrolünü ele geçirmesine izin verdi.

  "Birbirimizi sevmiyor muyuz?"

  "Kuea, yanlış anlamışsın."

  "Ama sonsuza kadar benimle olmak istediğini söylemiştin!"

  "Evet," Lian başını salladı, inkar etmedi.

  "Gelip seninle evlenmemi teklif edeceğini söylemiştin."

  "Evet, edeceğim zaten."

  "Ama neden? Sana beni sevip sevmediğini sorduğumda neden...?" Kuea'nın boğazında bir düğüm oluşunca bir süre sessizce durdu.

  "Sonsuza kadar seninle olmak istiyorum dediğimde evet dedin, benimle evlenir misin diye sorduğumda evet dedin ama beni sevip sevmediğini sorduğumda sevmediğini söylüyorsun. Bu ne demek oluyor?"

  Kuea'nın içinde sormak istediği bir sürü soru vardı, ama diğerinin omuz silkmesi karşısında sessiz kaldı. 

  Neden bu kadar kötü olmak zorundaydı?

  "Birlikte olmak, evlenmek... Bu aşkla ilgili değil, bu sadece bir anlaşma. Çünkü eğer bu şey aşk olsaydı, bu kadar uzun süre birlikte olamazdık. Şimdi git, yapacak işlerim var, birisinden seni bırakmasını isteyeceğim."

  Evet... Kuea söylediği her şeyi anlıyordu, her kelimeyi, söylediklerinin her anlamını anlıyordu ve onu hiç sevmediği sonucuna varabilirdi. Hia Lian'ın sevgilisi olmak için geçen tüm çabaları; sadece boşa gitmişti.

  "Gerek yok, kendim gidebilirim."

  "Eve geç kalacaksın."

  "Annem Avusturya'da, haberi olmayacak."

  "Çocuklaşma."

  "Çocuklaşmıyorum, bir şeyleri tek başıma yapabilirim, nihayetinde sadece seni rahatsız ettiğimi düşünüyorum. Ben bir erkeğim ve eve yalnız gidebilirim, ayrıca aileler arasındaki anlaşma konusunda endişelenmene gerek yok. Bu konu hakkında annemle konuşup nişanı sonlandıracağım. Bu yeterli mi?"

 "Kuea, beni kızdırma."

  "Hah!" Derin bir nefes aldı. "Eve kendim gideyim diyorum ama yine de kızıyorsun."

  Kuea, o anda hala gülümseyebildiğine bile şaşırdı. Sanki Hia'nın ona aşkla baktığını sandığı bal gözlerin yerini şimdi sahteliğe bırakmış gibiydi.

  "Nişan söz konusu olduğuna göre, kendine iyi bak. İş ahlakını bozmana gerek yok. Biz farklıyız."

  "Kuea, istesen de istemesen de bu bize ait bir karar değil. Her halükarda bu sözünü yutmak zorunda kalacaksın."

 "Hah!"

  Büyük olan zaten sinirliydi, onun için Kuea'ya kızması nadir olsa da, Kuea da o kadar üzgündü ki burnunun kemerini sıkarken titriyordu, kaybetmeye pek de istekli değildi.

  Kuea'nın ağzının kenarındaki sinsi gülümseme, çıldırmak üzere olan büyük adamın öfkesini kışkırtmayı amaçlıyordu.

  "Nişanı atmak için zaten iyi bir neden buldun, neyine kızıyorsan..." dedi Kuea.

  "Artık oyuncak bebek gibi görünmeyen birisiyle evlenmek istediğimi söyleyeceğim, neyi zor bunun?"

  Kuea, Hia Lian'ın açık yüreklilikle konuştuğunu, çalışanlarıyla çok açık sözlü olduğunu biliyordu, ama ona bir kez bile böyle gülmemişti. Bu, Lian Wang'ın gerçek kimliğiydi.

  "Oyuncak bir bebek kadar tatlıyım demek ki."

  "Hayır, Anabella bebeği gibisin." Lian'ın ağzının kenarındaki o duygusuz gülümseme, elinde herhangi bir eşya olsaydı onu kafasına fırlatacağına yemin eden Kuea'yı sinirlendirdi.

  "Artık seninle konuşmak istemiyorum, gidiyorum."

  Kuea sinirden kızaran yanaklarıyla arkasını döndü ve ona bakmadan ofisten çıktı. Hia Lian ise o uzaklaşmadan hemen önce arkasından, kapıda duran korumaya seslendi.

  "Dışarıdaki sürücülrden birisine Kuea'yı eve bırakmasını söyle. Hayaletlerden korkuyor, yalnız kalmasın."

  "Sen tam bir piçsin, seni Hia Lian!" diye düşündü oradan ayrılırken.

  Yıllardır sevdiği adama, artık sırtını dönmüştü.

-

Küçük bir açıklama yapmak istiyorum, gelecek diziyle ilgili okuduğum notlarda Hie Lian yazdığını gördüm ama Hie gibi เฮีย kelimesini ayırdığımda aslında Hia gibi telaffuz ediliyor.

Tay dilinde Hia, "büyük kardeş" veya namı diğer Phi ile aynı anlama gelse de yüksek hia "s*ktir" veya "lanet olsun" anlamına gelir.

  Hie'nin ismin bir parçası olup olmadığını merak ediyordum ama çevirmenlerde bir abi olarak kelimenin tam anlamıyla Hia olduğunu bulmaya çalıştım, bu da Lian'ın Kuea'dan neredeyse 7 yaş büyük olduğunu ve ne kadar kızgın olduğunu düşünürsek mantıklı olurdu. Bu son cümleye uyuyor.

  Ancak.... Bu benim yorumum ve araştırmalarımın sonucu, umarım yanlış değildir ve yanlışsa düzeltmeyi yapacağım ve size söyleyeceğim.