[BREATH Tulhin] Bölüm 1 - Herkesin Gördüğü Resim

 Bölüm 1

  Ufukta ilk güneş ışığı göründüğü anda, Metthanan Malikanesi'ndeki tüm işçiler kendilerine verilen görevleri yerine getirmeye başladı ve büyük malikanenin canlanmasına neden oldu. Bunun aksine, evin en büyük oğlunun kalbi, onun için gökyüzü ne kadar parlak olursa olsun... zifiri karanlıkta yaşamak gibiydi.

  Sabah çok erken kalkan kişi, vücudunu ter basana kadar çalıştı. Daha sonra duş alıp giyindi. Ayna; yarı batılı, uzun boylu, erkeksi görünümlü bir adamı gösteriyordu. Çekici yüzü, melez olanı mükemmel bir şekilde gösteriyordu; kalın koyu kaşlar, düz ve çıkık burun, dudaklar ciddi bir görünüm veriyorken gözleri... Güneş gibi parlayan güzel kahverengi gözleri...

  Her ne kadar çekici ve güzel görünse de gözleri derin deliklere benziyordu, ne kadar doldurulursa doldurulsun asla dolmayacaktı. Hala aynada kendini çok sakin izleyen kişi, zorlandığını biliyordu, bu yüzden sadece... gülümsedi.

  Çok genç yaştan beri aynı sahte gülümseme, hatta kalpten geliyormuş gibiydi. Birinin kalbinin daha hızlı atmasını sağlayan bir gülümsemeydi, ama bu onun çok nefret ettiği bir gülümsemeydi, bu... iğrenç bir gülümsemeydi...

  "Gülümsemeyi nasıl durdurabilirim?" 7 yaşından beri kendisine sorduğu soruydu bu; umudunun kaybolduğunu bildiği, ancak bunu kendi sıkı çalışmasıyla elde etmesi gerektiği yaştaydı.

  "Günaydın Khun Tul."

  "Bu kadar erken saatte işin mi var?"

  Herkesi kendine aşık edebilen kişi, hizmetçiye candan sormuş ve gülümseyerek cevap vermişti. Derin ve yumuşak bir sesiyle, hizmetçi usulca fısıldadı.

  "Bugün her zamankinden daha meşgulüm, Khun Tul. Khun Try ve Rassa Hanım şimdi kahvaltı yapıyorlar. Onlar yerken ben de odayı temizleyeceim Azarlanmak istemiyorum."

  "Annem ve babam kahvaltı mı yapıyor sahiden?"

  "Evet."

  "O zaman acele edeyim, onlar bekletmem iyi olmaz."

  "İyi günler, Khun Tul."

  Genç melez, diğer kişinin minnettar olmasını sağlayan güzel bir gülümsemeyle veda etti. Genç adam aşağı inerken hizmetçi yumuşak bir sesle "Khun Tul gerçekten yakışıklı! Khun Try'ın karısı ya da genç efendisi gibi değil," dedi.

  Bu, herkesin Tul hakkında düşünmesini istediği şeydi. Bu arada, uzun boylu vücut hızla yemek odasına girdi, keskin gözleri kahveyi yudumlayan kişiye bakıyordu. Yanında orta yaşlı güzel bir kadın vardı... Tul, sadece yemek odasındaki rahatsız edici ortamı bozmak için ağzını açan kişi oldu.

  "Bugün bir şey mi var?"

  Aileyle birlikte kahvaltı yapmak gayet normal bir şey olsa da,  Metthanan Malikanesi'nde değildi.

  "Oh! Tul! Otursana. Bugün dersin var mı?"

  "Var, anne. Saat 10'da ama öğrenci kurulu toplantısı var, bu yüzden dersten önce oraya katılmam gerek."

  Tul, evdeki herkesin Khun Pooying (Hanım anlamında gelmekte) olarak tanıdığı kişiye cevap verdi.

  "Çok çalışkansın... Abin senin yeteneklerinin yarısına sahip olsaydı, çok rahatlardım."

  "Hala çok genç. Ama benden daha iyi olacak."

  "Sadece yemeğini ye." Khun Try onları böldü, böylece en küçük oğul hakkındaki konuşma daha uzun sürmedi. Kapının arkasında, Tul'un en başından beri fark ettiği birine gözleri iliştiğinde, orada durmuş kahvaltıyı bitirmelerini bekleyen hizmetçiye başıyla selam verdi.

  "Hin bugün iyi mi? Çok solgun görünüyor..."

  Hin yemek odasına girdi ve herkes onu görmek için dönerken özellikle Metthanat Malikanesi'nin en büyük oğlunu selamladı.

  "İyi misin sen, Hin? Babamın dediği gibi, çok solgun görünüyorsun."

  Göz temasını sürdürürken Tul'un gözleri endişeyle parladı, bu da Hin'in eğilip kibarca kabul etmesine neden oldu.

  "Gerçekten iyiyim, teşekkürler, Khun Try, ilgilendiğin için." Sadık hizmetçi saygıyla konuştu.

  "Kendini iyi hissetmiyorsan bugün evde kal ve biraz dinlen. Senin için notları ben alırım." Tul, sanki dün gece Hin'i şiddetle yaralayan kişi o değilmiş gibi endişeli bir sesle konuşmaya devam etti. Hin'in gülümsemesi soldu ve daha önce söylediklerini tekrar onayladı.

  "Ben gerçekten iyiyim, Khun Tul."

  "Öyle diyorsan öyledir. Kendine dikkat et, Hin." Khun Try başını sallayıp gülümseyen oğluna döndü.

  "Haklısın, baba. Hin'i bir hizmetçiden çok bir arkadaş olarak gördüğümü biliyorsun zaten."

  "O sadece evin hizmetçisi. Gerçekten anneni bu evde yaşaması için geri getirmek mi istiyorsun?" Khun Pooying, kocasına çok memnun olmayan bir sesle yakındı. Evin çocuğunu Tul ve Hin ile eşit eğitim alacak şekilde büyütmüştü.

  Hin'in ailesi de evde çalışıyordu ve herkes onlara güveniyordu. Şoför ve oğlu, Khun Try ve Tul'a o kadar saygı duyarlardı ki evin hanımı, Try veya Tul'dan farklı bir şey sipariş ederse, hizmetçiler onu dinlememeyi seçerlerdi. Bu ona, herkesin saygı duymak zorunda kaldığı yüksek mevkide bir kadın olduğunu hissettiriyordu.

  Büyükanne hakkında söyledikleri Tul'u bir anlığına durdurdu.

  "Evet, annemi eve getireceğim. Sorun yok, değil mi, Tul?" Dinleyen kişi babasına gülümsedi.

  "Sorun yok. Büyükannem iyileşiyor, bu yüzden eve geri dönmek isteyebilir."

  "Sorun şu ki iyileşmiyor. Eğer geri dönerse, onunla kim ilgilenecek? Hastanedeki doktorlar ve hemşireler ona bizden çok daha iyi bakıyorlar. Ben diyorum ki..."

  "Anne, üzülme lütfen. Büyükannem çok yaşlı ve eve dönmesi onu çok daha iyi hissettirecek.

  Tul sakince konuşsa da elindeki kaşığı gitgide daha çok sıkıyordu ki Hin bunu fark etse de yapabileceği hiçbir şey yoktu. Olduğu yerde durabilirdi ancak.

  "Sanırım Tul, büyükannesinin tarafında. Ben işe gidiyorum."

  Bu cümle, konuşmayı sonlandırdı. Try yemek odasından ayrılmadan hemen önce karısının dudaklarını kendine bastırdı ve ondan sonra ayrıldı. Koltuğunda sessizce yemeğini yerken kalan tek kişi en büyük oğuldu, sonra tekrar konuşmaya başladı.

  "Bir şeyler yedin mi?"

  "Mutfakta atıştırdım."

  "Mutfaktaki hizmetçilere güzel kahvaltının hala lezzetli olduğunu söyle. Hadi Hin, gidelim, yoksa okula geç kalacağız," dedi genç adam masadan kalkarken. Kendisini bekleyeni sıvazladı ve onu beklemeyeceğine dair ona söz verdirdi. Yine de sessizce arkasından yürüyordu.

  "Benden küçükmüşsün gibi davranmayı kes. Kaç kez söyleseler de önemi yok, dinlemek zorunda değilsin."

  Keskin gözleri ne kadar kızgın olduğunu gösterirken Tul, Hin'in kollarını kavradı. Hin'in solgun olduğunu ve kendini iyi hissetmediğini biliyordu. Sadece dik durmanın zor olduğunu görebiliyordu ve mutfakta kahvaltı ettiğini söylediğinde... Ah. Hin cevap verirken sakin görünmeye çalıştı ama genç adam ellerini sıkarken sesi titriyordu.

  Tul, arabanın anahtarını isteyen bir gülümsemeyle, eğlenceli bir bakışla ellerini uzattı.

  "Sorun yok, ben sürerim."

  "Sürsen de süremesen de, ben süreceğim. İnatlaşma. Daha ayakta bile duramıyorsun."

  Tul kendini suçluyor gibiydi ama sesi o kadar yumuşaktı ki, karşısındakş kişi ona arabanın anahtarını istemeyerek verdi. Sonra ikisi de malikanenin önüne park eden Japon arabasına doğru yürüdüler. Bugün genç efendi şoför, hizmetçi ise yolcuydu. Böyle şeyler herkesin Tul'un asla kibirli olmadığı sonucuna varmasına neden oluyordu. Araba bile talep etmeyen adam, zaten sahip olduğundan daha fazlasıyla kendine yakışır davranmalıydı.

  "Her araba uayr bana. Ben sadece bir öğrenciyim, neden pahalı bir arabaya ihtiyacım olsun ki? Kendi arabama sahip olmama izin veren bir babam olması yeterli." Kendini her zaman olduğu gibi gören adam, en küçük kardeşi kadar önemli değildi.

  Herkes Tul'u iyi biri olarak değerlendirse de... Asıl gerçeği bilen bir kişi vardı.

  ☆

  "Mızmızlanıyor gibisin."

  Büyük araba ana yola girer girmez, sürücü yumuşak bir sesle konuştu ancak dinleyici, sadece başını eğinceye kadar mahkum olduğunu anlayamadı.

  "Özür dilerim, Khun Tul."

  Bu sefer, arabaya bindiklerinden beri hiç ona bakmamış olan sürücü, döndü ve pırıl pırıl gözlerle saf Taylandlı adama baktı, sonra konuşmaya devam etti.

  "Üzgünüm... Ayrıca biraz daha mutlu görünebilir misin?"

  "Peki."

  Emri dinledi ve sakinleşmek için ifadesini geliştirmek için elinden geleni yaptı. İfade daha iyi görünse bile daha sağlıklı görünmüyordu. Aksine, solgun yüzü, boynundaki koyu renkli izlerin kontrastıyla daha solgun görünmesine neden oluyordu.

  "Belki de seni çok kaba kullandım..." Tul gülerken başını salladı. Dinleyicinin tüyleri diken diken oldu ama bunu kendine sakladı ve sakince cevap verdi.

  "Hayır, bu senin hatan değil. Sadece dün gece yeterince uyuyamadım..."

  "Doğru cevap." Melez adam gülümsedi.

  Hin bu sözleri şükretmemek için söyledi ve sonra oyuncak bebek gibi sessiz kaldı. Khun Tul sormazsa, Hin konuşmazdı. Khun Tul asla yanılmazdı... O, birinin sahip olabileceği en iyi patrondu. Ne kadar incindiği veya acı çektiği önemli değildi, sadece cevap verebilirdi.

  Sessizlik arabayı kapladı. Patron baskısı yüzünden değildi, Hin, Tul'un işi ve sorumlu olduğu görevleri düşündüğünü bildiği içindi. Tul gibi olmasına rağmen iki farklı kişiliğe sahipti. Ama Hin'in patronu hakkında çocukluğundan beri en çok saygı duyduğu şey... Tul'un düşüncelerini mükemmel bir şekilde organize edebilmesi, öğrenci komitesi görevleri ya da ilk yılından beri yaptığı şirketteki işleri; Tul'un mükemmelliğini gösteriyordu.

  Arabadaki sessizliğin sebebi, patronunun araba kullanırken yaptığı işleri gözden geçirmesi içindi.

  Ama yolun yarısında, parlak ve güzel araba ünlü bir restoranın önünde durdu. Hin şüpheli hissetti ama sormadı. Yemek ısmarlayan Tul'a baktı.

  "Hoş geldiniz!"

  "Bir kase pirinç lapası ve iki bardak sıcak kahve sipariş etmek istiyorum."

  "Bir kase pirinç lapası ve iki bardak sıcak kahve. Bu kadar mı?"

  "Bu kadar."

  "Siparişi almak için arabanızı sürebilirsiniz."

  Hin hala sessizdi ve hiçbir şey sormadı. Yemeği alıp ödemeyi yapmak için gittiğinde, sipariş edilen yemek kucağına konunca gözleri yemeğe kaydı.

  Tul, kahvesini içmeden önce içinde şeker veya krema olmadan kaldırırken Hin'e yemesini emretti. Zorla yemek yedirilene bakmadan arabayı sürdü. Hin yulaf lapasını tuttu ve ısının tüm vücuduna yayıldığını hissetti.

  "Bir dahaki sefere, yalan söylemek istiyorsan, bundan daha iyisini denemelisin. Babam bile hiçbir şey yemediğini fark etti."

  "Özür dilerim... Ayrıca teşekkür ederim, Khun Tul."

  Dinleyen, patrona bakmak için başını kaldıramayarak mırıldandı. Patronunun başkalarına gösterdiği nezaketin sadece bir maske olduğunu biliyordu ama böyle küçük bir nezaketin, ona sonsuza kadar sadık kalmasını sağlamak için, bir alışkanlık olarak verildiğini asla bilmiyordu. Ya da patronu onunla gerçekten ilgileniyordu. Bunu bilmiyordu ve belki de hiçbir zaman bilmeyecekti.

  Genç adam bilmek istemiyordu... Bunun bir yalan mı yoksa bir gerçek mi olduğunu bilmek istemiyordu. Yine de minettardı.

  ☆

  Güzel Japon model araba, üniversitenin otoparkında durdu. İki genç adam arabadan indi. Birisi önde yürürken, diğeriyse hemen arkasından, yakın şekilde, onu takip ediyordu. Bu diğer öğrenciler için gayet alışıldık bir şeydi.... Patronun peşinden yürüyen hizmetçi.

  Üniversitede yürürken kızlar yakışıklılıklarından etkileniyorlardı. Öndeki adam, gençliğinden beri karışık kanı ve iyi kişiliği nedeniyle akıllı ve çok zarif görünüyor. Ah, bir de tüm kızların sevgilisi olmak istemesine neden olan soyadı... Ama arkasından yürüyen kişi de bir o kadar yakışıklıydı.

  Hin; Taylı, fakir, genç bir adamdı ve patronundan sadece birkaç santimetre daha kısaydı. Yüzü çok keskin görünse de, korkutucu görünmüyordu. Keskin gözleri, kalkık burnu, çok ince dudakları ve ne çok bronz ne de çok açık renkli bir ten rengi vardı. Bir hizmetçi gibi yürüyordu, tıpkı çizgi romanlarda olduğu gibi, insanların ona bu kadar merakla bakmasına neden olan şeyse buydu. Nerede görünürlerse görünsünler, ilgi odağı oluyorlardı. Hin ahım şahım olsa bile, hiç kimse ona yaklaşmayı düşünmedi, sadece patrona yakın olmak için kullanıldı.

  Bu yüzden üzerine fazla düşünmedi... Kim basit bir hizmetçinin sevgilisi olmak isterdi ki? Onun için, evdeki bir çalışan olarak anılmak hala iyiydi.

  "Beni bekle!"

  İkisi de öğrenci komitesi odasına girmeden önce arkalarından yüksek bir ses duyuldu. "Geç kaldın, Ai'Rop!"

  Nakrop adındaki iri adam kollarını Hin'in boynuna doladı. Melez adam, Rop'u selamlamak için döndü ve gülümsedi.

  "Aslında geç kalmadım. Doğru zamanda geldim ve asıl sen henüz odada değilsin."

  Öğrenci komitesinde de olan iyi bir arkadaştı ve her sabah hep böyle selam verirdi.

  "Genç efendi ve şoför bugün hangi arabayla geldi?"

  "Ahhh... Bugün Hin şanslı bir adam... Çünkü bugünlük şoför benim."

  "Vay be! Ai'Hin, saygın genç efendisinin araba kullanmasına izin vermeyi kabul etti mi? Hasta falan mısın, Hin?"

  Nakrop ıslık çaldı, sonra aynı boyda ama daha zayıf olan yakın arkadaşına bakmak için döndü ve zaten kaşlarını çatmış olan sadık astının tepkisini görmek için sabırsızlanıyordu.

  "Doğru. Senin yüzünden ağır hasta olacağım!"

  Hin, boynuna dolanan kolu çekti ve diğer taraf bağırana kadar büktü.

  "Ah! Kanka... Acıyor...Patronunu kızdırmadım. Ahhh kolum düşüyor be!" 

  "Bir daha benimle dalga geçme. Bir daha benimle alay etme, tamam mı?" dedi Hin kalın bir sesle ve yakın arkadaşı bağırana kadar kolunu daha sıkı büktü. Öğrenci başkanı onlara bakarak sadece güldü.

  "Bırak gitsin, Hin. Ağlaması başımı ağrıtıyor."

  "Peki, Khun Tul."

  Patronu konuşur konuşmaz, Hin, yakın arkadaşının kolunu bıraktı ve Nakrop hızla onlardan uzaklaşsa da dalga geçmeyi kesmedi.

  "Kolum düşecek... Gördün mü? Neden Ai'Tul'u kızdırmama izin vermiyorsun ya? Ona Khun Tul dediğini ne zaman duysam tuhaf oluyor. Bir dizi mi izliyorum ne? Aynı yaştayız, 'Khun' ne be?"

  Nakrop henüz bitirmemişti. Tul gülüp alaycı arkadaşına bir gülümseme gönderdi.

  "Ona Tul desene."

  "Olmaz. O benim patronum. Ne olursa olsun Khun Tul'a, Khun Tul demeliyim."

  Bu sözler Hin'in ağzından çıkar çıkmaz Tul iki kolunu açtı ve dedi ki... "Bak, sana zaten söylemiştim." Nakrop hoşnutsuzluk duyarak dişlerini gıcırdattı ama yakın arkadaşı bu kadar alçakgönüllüyken ve insanlar fakültelerinde ona Ai'Kon Chai [hizmetçi anlamında] diye biri olduğunu söyleyince görmezden gelip hiçbir şey yapamıyordu.

  "Geç kalacağız. Gidelim. Saat 10'da dersim var. Yoksa unuttuk mu?"

  Tul saatine bakıp daha hızlı yürüdü. Hin, Tul'u yine arkasından ve yakından takip etti. Ta ki...

  "Koluna ne oldu senin?"

  Patron uzaklaştıktan sonra Nakrop, Hin'in kolunu zorlukla çekti, Hin'in kollarını görebileceği kadar sıvadı ve bu da Hin'in kolunu geri çekmesine neden oldu. Hin kolunu indirip kollarını tamamen bileğine kadar örttü ve sadece omzunu silkti.

  "Dün bahçede ip kesiyordum," dedi Hin ve ardından Tul'u hemen arkadan takip ederek çıktı, az önce orada duran kişiyi bırakarak başını salladı. Kendine çok sık zarar veriyordu. Ancak bu, Rop'un kötü bir şey düşüneceğini anlamına gelmiyordu.

  "Şimdiye kadar, bu dönem için etkinlikler bu kadar. Unutmayın, önümüzdeki hafta kulüp bütçesi ile ilgili bir toplantı olacak. Not alın."

  "Peki, başkan."

  Toplantının üniversitede yaklaşan etkinliklerin sonuçlanmasıyla sona ermesinin ardından ciddi bir konu sohbete dönüştü. Konuşan insanların sesleri, odanın çevresinde yüksek sesle duyulabiliyordu. Özellikle öğrenci başkanının etrafında gençlerle çevriliydi. Bugün de farklı değildi.

  "Ai'Tul... Bununla ilgili olarak babanın şirketinde staj yapmak istiyordum ya, ne dersin?"

  "Kişisel bilgilerinizi çoktan gönderdim, ancak yanıt gelmedi."

  "Hey, bana yardım et, sen Khun Tul'sun."

  "Bana güvenme. Gitsene hem sen, hocan seni çağırmıyor mu? Hocayla toplantı hakkında tartışma."

  "Ai'Tul çok acımasızsın..."

  Konuşan ve sohbet eden insanların sesleri tüm odayı doldurdu. Bu komitenin saymanı, kollarını kavuşturmuş, başını sallayarak ayakta duran yakın arkadaşıyla odanın köşesinde sessizce oturuyordu.

  "İnsanların birinin bağlantılarını kullanmasından nefret ediyorum" dedi Nakrop inanamayarak ve yanındaki kişi başını kaldırıp baktı.

  "Bu ne demek oluyor?"

  "Yok bir şey." Dinleyici, siyaset yapacak insanlara bakarak ağır bir sesle cevap verdi.

  "Ai'Tul'un gençliğinden beri çalışmaya başladığını söylediğini biliyorum. Hiç kimse bir altın yığını içinde doğmuş bir adamın bunu gerçekten yapacağını düşünmemişti. İnsanların onu kullanmasından hoşlanmıyorum. Ai'Tul'un kendi sıkı çalışmasına başladığını bilmiyorlardı. Tek yapman gereken patronla konuşmak ve ona derini anlatmak."

  Hin gülümseyerek konuştu. Ciddi bir insan olduğu için bu arkadaşla yakındı. Yanlış olsa bile ifade edemedi...Sadece aklından geçirdi.

  "İyi bir insan olmak, belki de neden böyle olduğunu merak edene kadar çok iyi..."

  Yakın arkadaşı derin bir iç çekmeden önce omzunu silkti.

  "Öyleyse, başkanın ders çalışmak konusunda karşı çıkamayacak kadar yetenekli olduğuna inanıyorum."

  İri adam el salladı.

  "Bırak Ai'Tul istediğini yapsın. Ben gidiyorum. İstersen sen de gidebilirsin."

  Bunu söyleyen kişi aslında odadan çıkmadan önce patronunun bitirmesini beklemesi gerektiğini biliyordu. Hin'in gitmesine izin verdi ve gülümsedi. Evet. Patronunun küçüklüğünden beri babasının şirketinde çalışmaya başladığını bilen çok az kişi vardı. Alttan yukarı tırmanmak için Tul'un çalışma sistemini bilmesi gerekiyordu. Artık patronu, şirketin neredeyse her önemli toplantısına katılma ayrıcalığına sahipti. Yabancılar Tul'un bağlantılarını kullandığını düşünebilirdi ancak Nakrop dahil gerçeği çok az kişi biliyordu. Hin bu arkadaşına diğerlerinden daha çok güveniyordu. İnsanlar patronuyla dalga geçmeyi tercih etti. Ama aslında Tul'un bunun sadece bir oyun olmadığı konusundaki gerçek yeteneğini kabul ettiler. Fakat gülümsemesi birini mutsuz ediyordu.

  "Neye gülümsüyorsun sen?" Birkaç dakika önce düşüncelere dalmış olan kişi, yüzünü aniden yukarı kaldırıp kendisine bakan gözlerle karşılaştığında çok gergin hissetti. Tam o sırada, az önce odayı saran kaosun artık sadece sessizlik bıraktığını fark etti. Toplantının başlangıcından itibaren indirilen perdeler, insanların dışarıdan görmesini engellemek için büyük bir yardımcı oldu.

  "Hiçbir şeye." Hin, diğer adamın tüm gücüyle dudağına baskı yaptığını hissedince ağlamasını dizginlemeye çalıştı. Sanki diğer adam onu ​​incitmiyormuş gibi sessizce ifadesini korumaya çalıştı.

  "Kime ait olduğunu mu unuttun yoksa?"

  "Ben sana aitim, Khun Tul." Genç adam sesini sakin tutmaya çalıştı ama sesinin ucu hala biraz titriyorken korkutucu parıltıyla göz teması kurmaya çalışıyordu. İki göz buluştu ve sakince uyum sağladı, sonrasında Tul gülümsedi...

  "Ama çok sık unutacaksın gibi görünüyor... Onunla yatmak istiyor musun, istemiyor musun?"

  "İstemiyorum..." Dudakları, dişleri ağzına değene kadar zar zor bastırıldı. Hin, patronu konuşmasını istemediği için sessiz kalıyordu ama onun gözlerinden de anlaşılacağı gibi... O gözler sadece bir kişiye tapıyordu. Tul'un Hin'i serbest bırakmasını kabul ettiren o gözler... Sonra iki elini masanın üzerindeki yakın arkadaşının yanına koydu ve vücudunu yakın arkadaşının ensesine yakın olana kadar aşağı eğdi.

  "İyi! Kime ait olduğunu hatırla." Büyük bir el kasıklarını kavradığında ve acıyana kadar sıktığında Hin dudaklarını ısırdı. "Hatırlamazsan, seni dün geceden daha fazla cezalandırırım."

  "Hatırlayacağım... Ah!" Methanat'ın oğlu, elini bırakmaya karar vermeden önce diğer adamın acı çektiğini görene kadar elini zorlukla bir kez daha bastırdı ve gülümsedi.

  "Tamam, bitirdim. Hadi sınıfa gidelim. Yoksa başımız belaya girecek." Büyük el, Hin'in yanaklarına şakacı bir bakışla tokat attı. Tul arkasını döndü ve hiçbir şey olmamış gibi öğrenci komitesi odasından çıktı. Hin derin bir nefes aldı ve aceleyle patronunun peşinden gitti. İçinde kendi kendine konuşuyordu... "Khun Tul'un tekrar söylemesine gerek yok, babam beni Khun Tul'u görmeye götürdüğünden beri 'Bundan sonra Khun Tul'a hizmet etmelisin, anladın mı?' sözlerini ezbere hatırlıyorum."

  Hin bunu o günden beri her daim hatırladı.