[A Round Trip To Love: SW] Bölüm 10

 Bölüm 10

  "Bunu yaparak çok asil ve özverili olduğunu mu düşünüyorsun?" Sesi aniden keskinleşti, "Cheng Yi Chen, benimle nasıl başa çıkmayı planladın?!

  "Ben..."

  "Ben senin için her şeyden vazgeçebilecekken sen bana böyle mi davranıyorsun?! Ben senin için tam olarak neyim? Önce anneni, sonra kardeşini, sonra Qin Lang'ı ve en son mu beni düşünmelisin? Kesinlikle kalbinde yüksek bir yerlerdeyim..."

  "Ben sadece annemin üzülmesini istemiyorum..."

  "Anneni üzmekten korkuyorsun, peki ya benim annem?" Bana soğuk gözlerle baktı, "Yoksa annemle olan ilişkim biraz yabancılaştı diye, kendimi ailemden uzaklaştırmanın benim için kolay olacağını mı sandın? Yoksa bu ilişkide fedakarlık yapan tek kişinin sen olduğunu mu düşündün?"

  "...Hayır..."

  "Herkes için çok düşünüyorsun, ama bana gelince, bir düşüncemi bile esirgemeyecek misin? Evlenmek mi?! Bunun bana nasıl hissettireceğini düşündün mü? Ne yapmam gerekiyor benim şimdi??Boşanmanı mı bekleyeceğim? Annen boşanmana izin vermezse, o zaman ne olacak? Hayatımız boyunca gizli bir ilişki mi yaşayacağız? Daha ne kadar geri adım atmamı istiyorsun benden?!"

  "..."

  (Ç/N: Lu Feng haklı, dağılın)

  "Bütün dünyayı hayal kırıklığına uğratmak anlamına gelse bile ben yine de seni korumayı seçiyorum, ama ya sen? Neden her zaman beni hayal kırıklığına uğratmayı seçiyorsun?"

  "..."

  "Eğer anne babaya saygı göstermek istiyorsan, benimle daha fazla ilgin kalmadığından emin olsan iyi edersin! Bir karın ve çocuğun olmasını istiyorsun, ailenin soyunu korumak istiyorsun, iyi bir kardeş olmak, itaatkar bir oğul olmak ve iffetli bir maske takmak istiyorsun; ama yine de bir erkekle yasadışı cinsel ilişki de yaşamak istiyorsun, bu yüzden temelde bir sürtük olmak istiyorsun." Soğuk bir şekilde güldü, "Hem götüm sikilsin, hem ayranım dökülmesin yani... Ben seninle olmak için, tüm Lu ailesini terk edip genç efendi Lu olmaktan vazgeçebilecekken... Sen benden daha da iyiymişsin be. Biriyle evlenmek için beni bir kenara atıp öylece terk edebiliyorsun."

  Aniden aklına bir şey geldi ve gülümsemesi sesinde alaycı bir tonla birlikte genişledi. "Yoksa bütün bunlar sadece bahane mi demeliyim, çünkü artık genç efendi Lu olmayacağım, bu yüzden sen..."

  Ona inanamayarak baktım.

  Kontrolden çıkan sesi sabırsız ve sert bir hal aldı, "Ne bok var da ağlıyorsun!? Yanılıyor muyum?"

  "Yanılmıyorsun. "Bu noktada kalbim ortadan ikiye ayrıldı, yine de dediğini çürütecek söz bulamadım. "O kadar rezilim, o kadar bencilim ki, senin sevgine layık değilim, benimle olmanı söyleyemem. Çok fazla pes etmen gereken şey var ve sen bunu hak etmiyorsun, o yüzden ayrılalım!" Görkemine ve ihtişamına geri dönmeliydi, neden benim gibi biri için bundan vazgeçsin ki?

  "Cesaretin varsa bir daha söyle!" Yüzü ürkütücü bir kırmızı tonuna döndü, dudakları kısıldı. "Sözü dolandırıp ana konuya gelmek istiyorsun, değil mi?"

  Ayağa kalkıp sırtıma kötü bir tekme atmasını beklemiyordum, yere yüzüstü uzandım. Bir ayağını geri çekerek sırtıma vurdu ve aşağı bastırdı. "Ayrılmak mı?! Şu anda bize ayrı yollarımıza gitmemizi söylüyorsun, değil mi? Seni kaç kez uyardım? Cheng Yi Chen, sana çok mu düşkün oldum ki bu kadar kibirli oldun, benim nasıl bir insan olduğumu unuttun mu yoksa? Tekrar karşıma gelmiş ayrılmaktan bahsetmeye cüret mi ediyorum?" Dizinin gücünü artırarak acıyla nefesim kesildi.

  "Ayrılalım! Ayrılmak istiyorum dedim!" Saldırının şoku nefesimi kesti ama öfke ve acı ağzımı sertleştirdi. "Senden uzun zaman önce ayrılmalıydım, nasıl bir insan olduğunu biliyorum... İstediğini elde etmek için her şeyi yaparsın sen! Zhong Yang'ın başkanı senin yüzünden kendi canına kıymak zorunda kaldı; olaydan önce sana bir çıkış yolu yalvarmak için gitti benim bundan haberim yok mu sanıyorsun... Onu ölüme zorlayan sensin, sen... Bir nebze olsun merhamet gösteremiyorsun, uzun süreli bir ilişkine kıyasla ben kimim ki? Sokakta ölüyor olsam bile beni öylece kenara atıp, göz yummayacağını garanti etmek zor... Daha erken ayrılsak iyi olur, yoksa yirmi sekizinci kattan atlayacak bir sonraki kişi ben olurum, sen..."

  Pat!

  Ani darbe o kadar sertti ki, görüş alanımın dışından karanlık kıvrıldı, yüzümün yan tarafı sıcaktı, kafamdaki vızıltı sesi kulaktan kulağa hareket ediyordu.

  "Ben gerçekten... Sana karşı çok yumuşağım ki..."  Alçak, tehditkar bir sesle dişlerini gıcırdattığını duydum. "...Bana böyle saçmalıkları söylemeye cesaretin var!"

  Ben onun niyetini anlayamadan bedenim havaya kalktı ve bir sonraki bildiğim şey, ağır bir şekilde bir yatağa atıldığım oldu. Kravatların yardımıyla hızla ellerimi ve ayaklarımı yatağın kenarlarına bağladı. Panikle gözlerimi büyüttüm.

  "Endişelenmene gerek yok, böyle bir sapık değilim." Gülümsüyor olabilirdi ama içinde sevgiden eser yoktu. "Ben sadece işleri halletmek için çıkarken burada kalmanı istiyorum, ne yazık ki yanımda sakinleştirici yok, bütün bu dertlerimi tek bir iğne kesemeyecek."

  "Ne yapmaya çalışıyorsun?!"

  "Ben uçak biletlerimizi alacağım, ve sen benimle gidiyorsun. Buradan ayrıldıktan sonra fazla düşünmeyeceksin." Tereddüt etti, "Ve ben bu karışıklığı kendi yöntemimle halledeceğim, örneğin, annen ve erkek kardeşinle konuşacağım... Sakin ol, senin gibi dalgın bir kancık olmayacağım, meseleleri bu kadar özensizce ele almayacağım. Bunu tek seferde herkes için açıklığa kavuşturacağım."

  "Daha fazla bela yaratma!" Kısıtlamalarına karşı körü körüne savaştım, "Onlarla konuşacak neyin var? Sadece işleri daha da kötüleştireceksin, sen... Lu Feng!"

  Bağıran itirazlarımı duymazdan geldi, kapıyı itip dışarı çıktı.

  Kapının dışından kardeşimin sesini belli belirsiz duydum. Bu benim hayal gücüm olmalıydı, her halükarda bunu doğrulayacak durumda değildim, bileklerimi ve ayak bileklerimi kısıtlamalara karşı serbest bırakmaya konsantre oldum. Snunda yorgun, heyecanlı bir şekilde yatağa geri düştüm ve zihnimin kenarı buğulanıyordu. Annemle doğrudan yüzleşmeye çalışan bu mantıksız, dik kafalı kişi sadece durumu daha da kötüleştirecekti. Tek sonuç daha hararetli bir bela olacaktı, bu inatçı adamın bencilliği gerçekten tahammül edilemezdi.

  Yatakta kımıldamadan bağlı olduğum için, tüm öfkeme rağmen yapabileceğim bir şey yoktu.

  Zihnim yorgunluktan bulanıklaşıyordu ki tam uykuya dalmak üzereyken midemde şiddetli, anlaşılmaz bir ağrı patladı ve bir anda uyanmama neden oldu. Soğuk terler döktüm ama gözle görülen hiçbir şey olmamıştı.

  Neden bilmiyordum ama kalbim saatte yüz mil hızla atıyordu. Görünüşe göre sezgim korkunç bir olaya kapıldı, çok değer verdiğim bir şeyi kaybetmek üzereymişim gibi meşum, açıklanamaz bir duyguydu bu.

  Neyse ki Lu Feng sağ salim geri döndü, ifadesiz bir şekilde odaya girmesini izledi, beni tepeden tırnağa muazzam bir rahatlama kapladı. Ellerimdeki ve ayaklarımdaki morlukları tamamen unuttum ve neredeyse histeriye kapıldım. "Lu Feng."

  Onun... incinmeden geri dönemeyeceğinden dolayı çok korktum.

  Endişeli bakışım, onun ruh halini biraz yumuşatma etkisi yaptı, esaretimi çözmek için yana kaydı. "Acıyor mu?"

  "Annem bir şey söyledi mi?"

  Kaşlarını çattı. "Ona gitmedim, endişelenmene gerek yok, bahar tatili yakında bitmek üzere, hadi Şanghay'a dönelim, biz gittikten sonra o senin hakkında hiçbir şey yapamayacak."

  Sanki hiçbir şey olmamış gibi konuşuyordu.

  Peki bu sürünen huzursuzluk hissini nasıl adlandıracaktım?

  Berrak bir gökyüzündeki gök gürültüsü gibi, ertesi gün kanlı gözlü Qin Lang'ın gelişiyle durumun ciddiyetini öğrendim. Kapıdan içeri daldı, yüz hatları kontrolsüz bir öfkeyle buruştu ve kontrolsüz bir gaddarlıkla yumruğunu Lu Feng'in yüzüne doğru salladı. Şaşıran ve hazırlıksız yakalanan Lu Feng, darbeden birkaç adım geriye atıldı. Parmaklarının çatlaklarından sızan küçük bir kan iziyle yüzünün alt kısmını kapattığını görmek beni şoktan kurtardı. Öne atıldım ve Qin Lang'i sertçe ittim. "Delirdin mi?"

  "Ben deliyim deli olmasına, ama bir de ona sor!" Qin Lang arada kalmış bir canavar gibiydi, parıldayan gözleri öfkeyle parlıyordu. "Hadi sor ona! Ne yaptığını... Yi Chen'in bacaklarını kırdı, bunu biliyor muydun?"

  Onu çok net duysam da garip bir şekilde, söylediklerinin tek bir kelimesini anlayamıyordum.

  "Sen ne diyorsun?" Bir kopukluk halindeydim, Lu Feng'den bir açıklama bekledim. "...Bir şey mi oldu?"

  Biri bana açıklayabilir miydi, 'Yi Chen'in bacaklarını kırdı' tam olarak ne anlama geliyordu?

  Lu Feng bana afallamış bir şekilde baktı.

  Daha derin bir ölüm korkusuyla ona baktım.

  Kardeşimi gördüğümde bir hastane yatağında felçli bir şekilde yatıyordu, gerçeklik batmaktan uzak olsa da bacaklarının normal olmadığını söyleyebilirdim.

  "Abi, neden buradasın?" Yi Chen'in yüzüne kayıtsız bir ifade yerleştirildi, "İyiyim, o şarlatan doktoru dinleme, inan bana iyiyim..."

  İyiyse neden bu kadar solgun görünüyordu?

  Bacaklarına dokunmak istedim, nasıl olur da bir daha asla hareket edemeyecekti? Nasıl böyle hareketsiz hale gelmişti?

  Yi Chen koşmayı ve zıplamayı severdi, gitarıyla sahneye geri dönmek zorundaydı çünkü yıl sonuna kadar bir araba alacak kadar biriktirmeyi ve beni eğlenceli bir gezintiye çıkarmayı planlamıştı... Nasıl basitçe kırıldığını söyleyebilirdi? Beni yeni arabanla bir yolculuğa çıkarmaya söz vermişti, söz vermişti ama...

  Lu Feng; "Bunu bilerek yapmadım," dedi.

  Kafam çok karışmıştı, önümdeki uzun boylu adama baktım ve sonra kendi ellerime baktım. Onu hayatının bir santiminde yenmek için bu kadınsı elleri kullanmalı mıydım, bu ne işe yarayacaktı ki?

  Şimdi 'bir şeyleri netleştirmek için onlarla konuşmak' derken ne demek istediğini anlıyordum, yapmak istediğim şey buydu.

  "Sadece ittirdim..." Lu Feng uzandı, kavramasını önlemek için geri çekildim. "Xiao Chen, böyle yapma... Bana inanmalısın, ona hiçbir şey yapmadım."

  Gökyüzü karardı, yüzündeki acı bakış da gözlerim gibi karardı.

  "Bir daha beni aramana gerek yok."

  Karşımdaki bu adamı, daha çok mu seviyordum yoksa ondan daha çok mu nefret ediyordum?

  "Kardeşin ve ben suya düşsek kimi kurtarırsın?"

  Yi Chen'i kurtarırdım.

  Değerli kardeşim incinirse, ben ne yapardım?

  Onu sevdiğim gibi sevmeye devam edebilecek miydim?