[2gether] 9. Bölüm - Alkol

 Bölüm 9 - Alkol

  Sanırım kader Sarawat ve beni birlikte olmaya zorladı. Müzik kulübündeyken bile, hala samimi şekilde sohbet ediyorduk.

  "Yedin mi pastayı?" diye sordum.

  "Yedim... Lezzetliymiş." Her zamanki asık suratıyla cevap verdi.

  "Lezzetli olduğunu düşünmüyorum."

  "Umm. Lezzetli olduğunu düşünmüyorum." Hah? Ne?

  "Aramızda garip bir şeyler olduğunu düşünmüyor musun?"

  Bu doğruydu... Eskisi gibi değildik. Müzik odasında birbirimizle ilk konuştuğumuzdan farklıydı bunlar.

  "Evet, bence de."

  "Peki, aramızdaki bu tür tuhaf bir şeyle nasıl başa çıkacağız?"

  "Hiçbir şey yapmana gerek yok. Şu anda böyle kalmak iyi."

  Sarawat ve ben gerçekten trajik bir pozisyonda bağdaş kurup oturduk, çok umutsuzduk çünkü Green tarafından iki yana ayrıldık. Aramıza oturdu ve üçümüzü birbirine sıkıştırmaya çalıştı. Bunun ne olduğunu bilmiyordum ve gerçekten buradan kaybolmak istiyordum.

  "Lütfen kolumu bırakır mısın? Yoksa anlaman için seni tekmelememi mi istersin?" dedim onunla karşılaşmak için dönerken.

  "Tine! Karına bunu yapmaya cüret mi ediyorsun?"

  "Bir..." Saymaya başladığımda Green dehşete düşmüş görünüyordu ama yine de kolumu bırakmaya niyeti yoktu. Hatta aynı anda Sarawat'ın kolunu bile tuttu. Peki şimdi ne olacaktı? Ağaca sarılmış bir parazit misin lan sen?

  "Tine, bunu bana gerçekten yapacak mısın? Sana pasta bile aldım!"

  "İki..."

  "Pastanın iyi olmadığını söylemene rağmen beğendiğini biliyorum. Değil mi, Wat?"

  "Üç!"

  Aaaa~

  Ayağa kalkıp onu tekmelemeye hazırlanırken, yüz milyon desibellik tiz ses odadakilerin hemen başlarını bana çevirmelerine neden oldu. Bu maymun, insanların onu desteklemesi için sempati bulmak için odanın etrafında koşmaya başladı. Orospu çocuğu.

  "Kesin şunu! Burası bir müzik odası, oyun alanı değil. Ne yapıyorsunuz?" Kulüp başkanı P'Dim'den öfkeli bir ses geldiğinde, tüm hareketler hemen durdu. Ben ve Green kulüpten atılmaya hazırdık.

  "P'Dim..."

  "Ne yapıyorsun, Green? Sana ne söylediğimi hatırlıyor musun?"

  "Düzgün ve sessizce otur..."

  "Yani hala oturuyor musun?"

  Green'in cevap vermek için ağzını açacağını gören Disathat onu tekrar azarladı. Bana gelince, kafa karıştırıcı bir şekilde kaçtım. Belki, Green önceki hayatından korkunç şeyler yaptmıştı ve P'Dim ceza olarak kulüpte onun kıdemlisi oldu. 

  "Herkes yerine dönsün! Buradaki tüm ikinci sınıflara, eğer bazı birinci sınıf öğrencileri can sıkıcıysa, onları kovmanıza izin veriyorum." Bunu söyledikten sonra Lord Voldemort'tan bile daha soğuk bir ürkütücü soğukluk hissi bırakarak ayrıldı.

  Sarawat ve ben farklı gruplarda pratik yaptık. Yeni başlayanların hala öğrenecek çok şeyi vardı. Prae bugün klübe gelemedi çünkü tıp fakültesinde bir şeyler olduğunu söyledi, bu yüzden kiminle etkileşime geçeceğimi bilmiyordum. Kendini tamamen bana vermeye hazır bir tek Green vardı.

  "Bu şarkının girişini çalmaya çalışın bkayım. Bu şarkı kolay. Sadece dört akoru var." P'Air herkesi yönetiyordu. Bana gelince, bir süre gitarı tanımaya başladıktan ve Sarawat gibi iyi bir hocaya sahip olduktan sonra becerilerim nihayetinde gelişmişti.

  "Tine..." Ben oyuna konsantre olurken Green sözümü kesti.

  "Ne? Yine P'Dim tarafından azarlanmak mı istiyorsun?"

  "Seninle Sarawat arasındaki ilişki ne?"

  "Seni ilgilendirmez."

  "Siz gerçekten birbirinizden hoşlanıyor musunuz?"

  "Ondan hoşlandığımı söylesem bile bana inanmayacağını biliyorum. Yani ondan hoşlansam da hoşlanmasam da senden hoşlanmıyorum. Tamam mı?" Bu onu üzebilirdi üzmesine ama onunla böyle konuşup anlaşmak daha iyiydi.

  "Sorun değil. Metresin olsam yine de kabul edebilirim."

  Siktir lan! Cidden ne düşünüyordu? Şu andan itibaren, artık ona hiçbir şekilde merhamet göstermeyecektim.

  "Green, lütfen fikirlerini değiştir."

  "Hayatta olmaz."

  "Öyleyse kapa çeneni ve sorun çıkarma. Görmüyor musun? Diğer insanlar gitarlarına dikkat veriyor."

  "Tamam ama Sarawat neden sana bakıyor?"

  "..."

  "Dikkat etmek dediğin bu mu?"

  O anda hemen arkadaşlarıyla odanın köşesinde oturan kişiye baktım. Green'in dediği gibi Sarawat'ın gözleri gerçekten bana dikilmişti. Bu nedenle, havalı Tine, orta parmağımı kaldırarak yanıt olarak özel bir sinyal göndermek zorunda kaldı.

  Ama onu alan kişi sadece gülümseyerek cevap verdi.

  Aptallarla oynarsan, kesinlikle sen de bir aptala döneceksin.

  "Tine, odaklan."

  "Peki." Sonunda kafamdaki saçmalıklardan kurtulmam ve dikkatimi gitar çalmaya çevirmem gerekiyordu.

  Bence üniversite hayatı bedava ve yapılacak çok aktivite vardı. Sınıflara gelince, birinci sınıf öğrencileri için sadece İngilizce ve Tayca gibi temel konulara odaklanıyorduk. Yani bu dönem, sadece iki dersim vardı. Kendimi çok rahatlamış hissettim.

  Ben de oldukça hareketli bir öğrenciydim ve birçok aktiviteden keyif alırdım da. Aslında ikinci sınıf olmak istemiyordum da çünkü hep şikayet edip ağlıyorlardı ve hep bir şeyler için dua ediyorlardı.

  Eğitim, kıdemli kişi bize on beş dakika dinlenmemiz için zaman verene kadar bir saat sürüyordu. Kısa bir aradan sonra tekrar antrenmanlara devam ettik. Genelde günde iki saatimi bu müzik odasında geçiriyordum. Ondan sonra yiyecek bir şeyler buluyordum ve hafta sonlarıysa çetemle dışarıdaydım.

  "Tüm birinci sınıf öğrencilerine, duyuracak bir şeyim var." Aramızın ilk beş dakikasından sonra bir kıdemli kapıyı açtı ve aniden odaya girdi.

  "Sorun ne?" dedi birisi.

  "Sizin kulübe katıldığınızdan bu yana birkaç hafta geçti. Bu yüzden, değerlendirmenizi unutacağınızdan korkuyorum."

  Afet geliyordu. Bundan nefret ediyordum!

  "Klibi ne zaman kaydettiğinizi hatırlıyor musunuz? Bunu tekrar yapmanız gerekiyor ama bu sefer birlikte eşleştirileceksiniz. Bir şarkıyı coverlamanız ve ardından P'Dim'e göndermeniz gerekiyor. Bir yorum bırakacağız ve eğer standartlarımızı uymazsa her gün bir saat daha pratik yapmak zorundalar!"

  "Hadi ama! Ben hala kötüyüm!"

  Odanın önünde duran kişinin sözleri yeni bitmişti. Odanın her köşesi ilk yıllardan şikayetlerle doluydu. Bizim gibi geçmişi olmayan biri için gerçekten trajikti. Adalet neredeydi?

  Prae'yi aramalı mıydım? Belki ortak olup doğum günü şarkısını çalardık.

  "En yüksek puanı alan bir ödül alacak."

  "İstemiyoruz!"

  "Onun yerine tekmelenmek ister misin?" Bir süre sonra P'Disathat yine sert davrandı. Kahretsin! Küçüklerine asla sempati duymuyordu. O kötü bir insandı.

  "P'Dim..."

  "Neden şikayet ediyorsun? Burada ağlamak yok. Lütfen videoyu yarından sonraki gün gönder." Onun doğasından gerçekten nefret ediyordum. Daha sonra kıçını sallayarak dışarı çıktı ve şimdi paniğe kapılan yeni başlayanları görmezden geldi.

  Ama hiç paniğe kapılmayan tek bir adam vardı...

  "Panik yapma." O çok ihtiyatlı ve sakindi.

  "Bunu yapabiliriz!"

  Ayrıca, grubun motive edicisiydi. Onun kim olduğunu biliyor musunuz?

  "Pes etmeyeceğiz! Bu dünyada hiçbir şey zor değil! Hiçbir şey bizi yenemez!"

  Green ve bitmeyen saçmalıkları.

  "Çocuklar, gitar çalma becerisine sahip bir ortak seçmenizi öneririm, böylece bir sorun varsa birbirinize yardım edebilirsiniz. Birinci sınıf öğrencilerinin küçükler ve kıdemlilerin birlikte pratik yapması gerekecek." P'Air uzun bir nedenden dolayı tavsiye verdi. Herkes başıyla onayladı.

  "Tine, partnerin kim olacak?"

  "Seni hiç ilgilendirmez, Green. Git kendine partner bul."

  "Sarawat ile eşleşeceğim."

  Hah? Hemen gözlerimi büyüttüm.

  "Neden bu kadar şok oldun? Tamam, o zaman Earn ile eşleşeceğim." Bunu söyledikten sonra az önce bahsettiği ismin sahibini bulmak için hızla koştu.

  Earn, kulübe Green ile katılan yeni bir üyeydi ama gitar geçmişi olduğu için başka bir gruptaydı. Üstelik buradaki tüm erkekler onunla flört etmeyi seviyordu da.

  Bence Earn, erkeksi bir kız gibi, nadir bir eşyaydı. Ne yazık ki tipim değildi çünkü büyük memeli ve oyuncak bebek gibi güzel yüzlü kızlardan hoşlanıyordum.

  "P'Air, Prae bugün burada değil. Ne yapmalıyım?" Herkes bir eş bulmak için dağıldıktan sonra kıdemlime sordum.

  "Birinin partereri yoksa, o kişi Prae ile eşleşecek."

  "Ama grubumuzda hâlâ bir sürü insan var. Şimdi bir partneri olmalı." Onunla eşleşmek istedim, bu yüzden P'Air'i rahatsız ediyordum.

  "Kaydedildi. Jaeng ile eşleşecek." Ne?!

  "Pekala, o zaman oradaki arkadaşlarıma soracağım."

  "Tamamdır."

  Bir partner bulmak için umutsuzca köşedeki o gruba yürüdüm. "Sarawat, bir partnerin var mı?" Bana baktı. Önemli olmayan bir şey yazarken bağdaş kurup oturuyordu. Kimse ona yaklaşmasın diye meşgul numarası yaptığını söyleyebilirdim.

  "İlk başta Earn'le birlikteydim. Ama şimdi yok."

  "O zaman benim partnerim olur musun?"

  "..."

  "Sarawat, dinliyor musun?"

  "Hmm. Sadece benden partnerin olmamı sormanı bekliyorum."

  "Hey... Utangaçım." Çok sinirli bir sesle mırıldandım. Kahretsin! Neden birden utanmıştım ki?

  "Aman Tanrım! Hâlâ sana bakıyorum. Hâlâ buradayım ve hâlâ senden hoşlanıyorum, Tine." Green aniden araya girerek sert suratlı Sarawat'ın başını kaşımasına neden oldu. Green gibi insanlarla pek uğraşmak istemediğimden hemen oradan ayrıldım. Ya birden beni taciz ederse? Lanet olsun. Kalbim...

  Rrrrr~

  Geceleyin mutlu bir şekilde oyun oynarken telefonum çaldı. 'Erkek Adaylarımdan' biri, Fong aradığında yavaş yavaş merakım arttı. Bu garipti çünkü genellikle bu saatte aramazdı, çünkü her gece sadece kız arkadaşıyla konuşurdu. Fazla düşünmek istemedim ve telefonu açıp onu dinlemeye başladım.

  "N'aber? Görünüşe göre..." Cümlemi bitiremeden hemen beni kesti.

  "Aaaaahaaa! Tine~!"

  "Fong, sorun ne? Neden ağlıyor gibisin?" Endişeyle sordum ama bir şey söylemedi. Tek duyabildiğim diğer hattan gelen hıçkırıklardı. Daha fazla soru sormadan önce sakinleşmesini beklemeliydim. Bir arkadaş olarak onu destekleyecektim ve pek telefon faturasını umursamıyordum.

  "Fong, n'oldu lan?"

  "Tine, kalbim kırık."

  "Siktir, sahiden mi?"

  "Her şey bitti. Lanet olsun! Onu o lanet bufaloyla yakaladım."

  "Sakin ol Fong. Belki de yanlış anladın."

  "Neyi yanlış anladım? Ona sordum ve bana bufalonun yeni erkek arkadaşı olduğunu söyledi. Sürtük!"

  "Ha? O berbat! Senin gibi iyi bir adamı nasıl bırakabilir?!" Şimdi onu teselli etmem gerekiyordu.

  "Tine, benimle gel."

  "Nereye?"

  "Sarhoş olmak istiyorum! Sarhoş olup hayatı unutmak istiyorum! Benimle Maomao Bar'da buluş!"

  "Peuk ve Ohm'a söyledin mi?"

  "Şimdi yanlarındayım, sen de çabuk gel!" Sonra kapattı.

  Eyvah?! Benden hızlı mıydı? Kalp kırıcı olan buydu asıl, nasıl birdenbire barda bir masa ayırtmışlardı? Dürüst olmak gerekirse, arkadaşlarımın bu şekilde kalbi kırık olduğunu görmek istemiyordum. Niye mi? Çünkü içecekler için ödeme yapmak pahalıya patlıyordu.

  Sonunda arabamın anahtarlarını alıp arkadaşlarımı o yere selamlamak için vücudumu sürükledim. Henüz birinci sınıf öğrencisiyiz. Hala 19 yaşındayım, bu yüzden bara gitmek hala yasa dışıydı. Bu nedenle, üzüntüden kurtulmak için arkamıza yaslanıp alkol almak için küçük bir bar seçtik. Sonunda Peuk'un sıkılmış yüzüyle elini salladığını görene kadar karanlıkta arkadaşlarıma seslenmeye çalıştım.

  "Bunu neden sipariş ettin? Daha mı iyi?" Otururken sordum.

  "Daha iyiymiş, kıçım! Biliyor musun? Geldiğimizden beri durmadan içiyor." Peuk, Fong'un çılgınlığını hemen anlattı. Ohm bana tüm hikayeyi anlatmaya hazırdı ve bunu mümkün olan en kısa sürede bilmek istiyordum.

  "Kız arkadaşı onu aldattı. Kabul edemiyor çünkü tüm kalbini ona adamıştı. Ona daha önce onun sadece liseli bir kız olduğunu, aşkının sadece köpek yavrusu aşkı olduğunu söyledim ama dinlemiyor ki beni. "

  "Vaaaah! Anlamıyorum! Bunu bana neden yaptın? Kalbimi kırdın! Acıtıyor!"

  "Bu şarkıyı çalmayalı uzun zaman oldu, bu yüzden bugün sizler için bunu çalacağız! Bu şarkı, oradaki tüm kalbi kırık adamlara ithaf edildi!"

  "Ooooo!" Fong, sahnedeki şarkıcı konuşmayı bitirir bitirmez bağırdı. Hadi ama! Şu anda gerçekten hüzünlü bir şarkı çalmak zorunda mıydın? Arkadaşımın kendini öldürmesinden korkuyordum! Kahretsin! "Hadi beraber şarkı söyleyelim..."

  "Yorgunum. Dayanamıyor ve ilerleyemiyorum...
  Ölecek, nefes alamayacak adamın teki gibiyim.
  Arkadan bıçaklanmış gibiyim
  Sonra kalbime saplandı."

  "Sakin ol adamım!" Ohm, şarkı söylerken ağladığını görünce elini kaldırdı ve Fong'un omzuna hafifçe vurdu. Bu lanet olası şarkıcı... Çalacak milyarlarca şarkı var, neden bu şarkı?!

  "Hayatımı nasıl yaşayabilirim?
  Hiçbir şey, kalmadı hiçbir şeyim.
  Ölmek istiyorum!"

  Şarkı bittikten sonra cehennem saati başladı - sınırsız içki. Fong durmadan içiyor ve hepimizin onunla birlikte içmemizi istiyordu. Onunla içmezsek yine ağlayacaktı! Aman Tanrım! Bu ne ya?

  Bir, iki, üç bardak... Şimdi, başka bir şişe sipariş etmeliydik. Çok içki içmezdik ama garson gelip yanımızdaki masanın siparişini alınca biraz daha likör sipariş ettik. Niye mi? Çünkü lise öğrencilerine benziyorlardı. Bu şekilde mağlup olmak utanç vericiydi.

  "Saeng-Song içmek istiyorum."

  "Hayır. Bu kalitesiz bir şey. Miden için iyi değil." Zaten sarhoştu ama yine de gevezeliğe devam ediyordu.

  "Fazla konuşma be. Affedersiniz, bir Saeng-Song alabilir miyim? Ayrıca beş kutu gazlı içecek ve bir kova buz lütfen?" Peuk siparişi bitirdi ve sonra çabucak Ohm'a rahat bir şekilde eğildi.

  Yaklaşık yarım saat sonra "Geri geleceğim. İşemeye ihtiyacım var." Ayağa kalkar kalkmaz, Saeng-Song yüzünden kendimi kontrol etmenin zor olduğunu fark ettim. Öne doğru düşüyormuş gibi tökezleyen ayak sesleriyle yürüdüm. Baş dönmesine rağmen tuvalete gitmek için elimden geleni yaptım. Kişisel işlerimi bitirip masamıza döndükten sonra kafam karışmış bir şekilde sahneye baktım.

  Koltuğa oturdum ve bulanık gözlerim neler olduğunu görmeye çalışıyordu. Daha önce performans sergileyenlerle aynı kişiler ama neden bu kadar yüksek bir ses vardı? "Vay canına! Ateşimiz geldi! Gelin ve bize katılın!" Şarkıcı bağırdı ve çığlıklar daha da yükseldi.

  "Vay! Devam et!"

  "Hey!" Yine büyük bir alkış koptu. Sonra loş ışıkta uzun boylu biri belirdi. Kişi bana doğru dönene kadar boynumu kaldırıp bakmaya devam ettim. Sonra bir anlığına göz teması kurduk.

  Gerçekten iyi bir görüşüm mü var yoksa onu bana şeytan mı gönderdi bilmiyordum. Şimdi önümde olan adamı açıkça görebiliyordum ve bu Sarawat'tan başkası değildi. O kadar olağanüstü kıyafetler giyiyordu ki... Tişört ve sandalet...

  "Hey, şu adama bak! O kim? Çok havalı görünüyor!" Evet. Buradaki arkadaşlarım sarhoştu. Çok aptalca.

  "Ona dikkat etmeyin! Hadi içelim! Şerefe!"

  Bardak tıkırtısının sesi sahnedeki kişiye artık dikkatimizi vermememize neden oldu. Fong'a döndüm ve onu içerek teselli ettim. Şarkıcının şimdi kim olduğunu bilmiyordum. Sadece Sarawat'ın gitarist olduğunu biliyordum. Daha da önemlisi, kalabalık durmadan adını haykırıyordu.

  Çok geçmeden yanımızdaki masadakiler faturalarını ödediler. Sonra yeni müşteriler geldi ve utanmadan masalarını bize doğru itme cüretini gösterdiler. "Özür dilerim, buraya oturabilir miyiz?" İzin istemek için çok geçti.

  "Ehh. Sarawat!" Adını bağırdım. Bu kişilerin onun arkadaşları olduğunu görünce hemen anladım. Kahretsin! Herkes buradaydı!

  "Baş belası. Yüzüne bak. Sarhoş musun?" Bu öğleden sonra kulüpte ayrıldıktan sonraki ilk selamlamasıydı. "Niye ki? Sarhoş değilim ben."

  "Ama siz arkadaşlar tamamen sarhoşsunuz." Uzun boylu vücut arkadaşlarıyla yanıma oturdu. Burada bir sürü masa vardı, neden bize katıldınız ki?

  Puek ve Fong'a bakıp sadece derin bir iç çektim. Ohm şimdi sarhoşluk ve delilik arasında çünkü kendi kendine gülümsemeye başladı. "Neden buradasın?"

  "Arkadaşımın kalbi kırık, bu yüzden ona eşlik etmeliyim."

  "Vay anasını! Ne iyi bir arkadaş."

  "Elbette! Buraya onlara bakmaya geldim." Onları geri taşımam gerektiğini hayal ettiğimde gerçekten ağlamak istiyordum. Bence bir kurtarma ekibi çağırmak daha iyi bir fikir olurdu.

  "Çok fazla içip sarhoş olma." Sarawat bana hatırlattı.

  "Umm."

  "Demek bunlar benim arkadaşlarım." Daha sonra arkadaşlarını tanıtmak için döndü. Onlarla daha önce tanışsam da isimlerini bilmiyordum.

  "Merhaba! Ben Man-Oh-Hum."

  "Oh-Ho!"

  "Üzgünüm. Yani, Oh-Ho!"

  Lanet olsun. Neden kendilerini utandırmaktan hoşlanıyorlardı? Diğerleri de onunla birlikte şaka yaptılar. Bu insanlarla işim bitmişti. Sarawat'ın tüm arkadaşları kendilerini aptal takma adlarıyla tanıttılar. Bugün, güçlü Beyaz Aslan'ın üyelerinin üç yaşındaki çocuklardan farklı olmadığını öğrendim.

  İçecekler yeni gelen kişi sayısına göre katlandı. Yavaşça oturup içtik, ama sadece biraz yudumladım, susuzluğumu giderecek kadar, çünkü sarhoş olmak istemiyordum. Hala 'Erkek Lider' üyelerini eve geri götürmem gerekiyordu.

  "Buraya sık gelir misin?" Bir süre sessiz kaldıktan sonra yanımdaki kişiye sordum.

  "Pek değil. Çoğunlukla buraya kıdemlilerimin grubunu görmeye gelirim."

  "Sana bakan bir sürü kız görüyorum. Çok ateşli."

  "Kıskanıyor musun?"

  "Siktir, ne?"

  "Tine..?"

  "Hmm?"

  "Söyleyecek bir şeyim var." Bir süre Sarawat'ın güzel yüzüne baktım.

  "Ne?"

  "Ne zaman sarhoş olacaksın? Sana dokunmak istiyorum."

  "Siktir! Senin neyin var? Siktir git!"

  "Ahem! Neler oluyor burada? Rahatsız edici bir şey duydum. Buradaki arkadaşım gerçekten yaramaz!" Arkadaşlarından nefret ediyordum. Ağızlarına birer birer yumruk atmak geliyordu içimden ama bunu sadece hayal ettim.

  "Sarawat, bir dakika buraya gel."

  "Hmm... Hemen döneceğim." İkinci cümleyi söylerken bize döndü. Beni Beyaz Aslan'la burada bırakarak kıdemli müzisyenini görmeye gitti.

  Bu adamlar içkilerini tutmakta çok iyilerdi. Alkolü su gibi içiyorlardı. Yani kendi başlarına içiyorlarsa sorun yoktu ama ne yazık ki ben buradaydım ve onlara katılmamı istiyorlardı. Lanet olsun!

  Bar neredeyse kapandı ve müşteriler yavaş yavaş bardan ayrıldı. Tam o anda, Ohm uyandı.

  "Tine, iyi misin?" diye sordu oHm. Artık gözlerimi bile açamıyordum.

  "Hayır."

  Kendime çok içme dedim ama Sarawat'ın arkadaşları beni içmeye zorladı. Yüzümü kaybetmek istemedim, bu yüzden bana söylediklerini yaptım ve evet, o şişenin yarısı midemdeydi.

  "Zayıf."

  "Teslim oluyorum. Artık dayanamıyorum."

  "İçmeyi bırak, tamam mı? Fong ve Puek'i geri getirmelisin." Sana sormama izin ver, sence şimdi kendine bakabilir misin sen, Ohm?

  Bu hayatımda karşılaştığım en zor geceydi ancak arkadaşlarımla ilgilenmem gerektiği için kendimi toparlamaya çalıştım. Puek ve Fong ölü insanlar gibi uyuyorlardı. Ohm ve ben aptalca birbirimize bakıyorduk. Sonra birden biri boynuma dokundu ve yüzlerimiz eşit olsun diye eğildi.

  "Tine?"

  "Hmmm?"

  "Sana bu kadar içmeni kim söyledi ki? Sikik!"

  "Benim," diye araya girdi Man sırıtarak. Daha sonra telefonuyla oynamaya devam etti ve kafam karışmış bir şekilde önümde duran adama bakmamı sağladı. "Sen kimsin? Sa-la-wad mısın?" diye sordum.

  "Hmm. Biraz daha iç. Bardağını bitir." Kalın eli bana bir bardak bir şey tutuşturdu.

  "İstemiyorum. Sarhoş olmamı istiyorsun, böylece beni taciz edeceksin."

  "Aptal. Bu sadece sade su. Çabuk bitirin." Bardağı elimde tuttum ama hala şüpheliydim.

  "İyi." İçip bir süre hareketsiz kaldım. Birkaç dakika sonra alnıma soğuk bir havlu çarptı. Gözlerimi açtığımda Sarawat'ın yüzümü nazikçe sildiğini gördüm.

  "Daha iyi hissediyor musun?"

  "Umm. Teşekkürler. Arkadaşlarımı geri götürmem gerek."

  "Seni eve götüreceğim. Arkadaşlarım da onları taşımana yardım edecek. Yurdun nerede?"

  "Sonra söylerim."

  Sarawat'ın arkadaşları şimdi yerde yatan üç arkadaşıma yardım edince yine kaos çıktı. Bana gelince, açılmış içki şişelerini odama geri çalmakla meşgulüm. Yani, bunun için para ödedik, değil mi?

  "Ne yapıyorsun?" Sarawat'ın sesi beni utangaç bir şekilde gülümsetti. Teslim olmaktan ve hareketsiz kalmaktan başka seçeneğim yoktu.

  "Ne var?"

  "İndir onu."

  "Ananı! Kusura bakma. Elimdeki bu şişeler de neyin nesi?"

  "Deli."

  "Bunları seviyorum."

  "Güzel şişe tasarımı."

  "İndir onu."

  "Peki." Ama ondan neden korkayım ki?

  "Yürüyebilir misin?"

  "Ben iyiyim. Güçlüyüm." Ama düzgün yürüyemiyordum. Sadece kaderimin karar vermesine izin verdim. Önümdeki uzun boylu adamı takip etmek için kararsız bir şekilde yürüdüm. Dışarı çıktığımda arkadaşlarımın hepsinin arabamda sıkıştığını gördüm. Arabamın anahtarlarını ne zaman aldılar?

  "Buraya otur ve bana yurdun yolunu göster." Başımla onayladım ve itaatkar bir şekilde yolcu koltuğuna oturmak için tırmandım. Yarı bilinçli bir durumdayım, bu yüzden hala ona yol gösterebilirdim. Sarawat'ın arkadaşları arkamızda başka bir arabadaydı. Geldiğimizde bu sarhoş piçleri kabaca odama taşımama yardım ettiler.

  Birdenbire Fong ağladı ve öfke nöbetleri geçirdi. Bu bizim işimizi zorlaştırdı.

  "Ben... sırtından bıçakladığın biri gibiyim... Lanet olsun!"

  "Oh kahretsin! Sarawat! Yardım et bana!" Arkadaşlarından biri yardım istedi. İsmin sahibi daha sonra ona yardım etmek için koştu. Arkadaşı Fong'un kafasını taşıdı ve Sarawat ayaklarına baktı.

  Onu taşırken...

  Tap~ 

  Fong kafama tekme attı.

  "Hey? İyi misin?" Başımı salladım. Canım acımadığı için değil, başım döndüğü için başımı salladım...

  "İyiyim. Önce sen git. Oda anahtarı araba anahtarlarının yanında."

  Kendimi toparlamak için merdivenlerde otururken önce onların gitmesine izin verdim. Çok geçmeden Sarawat'ın arkadaşları geri döndü. Tekrar uyumaya o kadar hazırlardı ki...

  "Tine, biz gidiyoruz artık."

  "Umm."

  "Wat, bizimle geliyor musun?" Arkada yürüyen adama sordular.

  "Sonra."

  "Neyi bekliyorsun?"

  "Bu baş belasının odasına dönmesini bekliyorum."

  "Gerek yok. Ben iyiyim. Kendi başıma yapabilirim." Hızla konuşup ayağa kalktım, korkuluklara tutunarak yavaşça odama geri yürüdüm. Beni oraya kadar takip eden bir hayalet vardı.

  "Geri dön."

  "Arabamı buraya getirmedim. Barda bıraktım."

  "Hah? O zaman acele et ve arkadaşlarını yakala! Henüz uzaklaşmamış olabilirler."

  "Tembelim. Burada kalabilir miyim?"

  "Burada yer yok. Ama ya tuvalette uyumak ister misin?"

  "Soğuk... Çok soğuk..." Sarawat'tan henüz bir yanıt alamadım ama en iyi üç arkadaşımı battaniyemle örtmek için yatağıma gitmem gerekti.

  Lanet olsun! Siz benim yatağımda uyuyorsanız bu gece yerde yatmam gerekiyordu, değil mi?

  "Üşüyorum..." Ohm titriyordu. Zaten battaniyelerle kaplıydı ama hala aynı şeyden şikayet ediyordu.

  "Klimayı kapatsak mı?" Derin sesli adam önerdi.

  "Olur."

  Bu harika bir çözümdü ama şimdi sadece tatlı rüyalarında olan üç arkadaşımın işine yaradığını fark ettim. Bu benim ve Sarawat için korkunç bir fikirdi çünkü artık terliyorduk. Benim gibi şık biri için karma mıydı bu?

  "Balkon mu? Dışarıda rüzgar çok güzel esiyor." Her zaman çok boktan bir fikir önerir ama garip bir şekilde hiç reddetmedim. Bu yüzden onu arkadan takip ettim. "Bu gece gerçekten balkonda uyumak zorunda mıyım?" Serin esintinin tadını çıkarmak için balkonda oturmadan önce alçak sesle söyledim. Bu sırada Sarawat, romantik bir film çekiyormuş gibi tırabzanı tutarak ayakta duruyordu.

  "Sadece biraz temiz hava almak istiyorum, sonra içeri gireceğim."

  "..."

  "Aslında, sadece seninle yalnız kalmak istiyorum."

  "Siktir lan!"

  "Gitarım nerede?"

  "Dolabın yanında."

  "Ona iyi baktın mı?"

  "Evet. Günde üç kez besliyorum. Bazen vitamin de veriyorum."

  "Bir dahaki sefere banyo yaptırmayı unutma." Onun sıkıntısıyla işim bitti. Bu oyunu hiç kazanamadım. Sarawat odaya girdi ve üzerinde adı yazan gitarla geri gelip sonraysa yanıma oturdu.

  "P'Dim'e hangi şarkıyı gönderelim?"

  "Neden şimdi bunu soracak havandasın ki? Hala likörden ve Fong'un tekmesinden sarhoşum."

  "İngilizce bir şarkı falan?"

  "Çok sinir bozucusun. Az önce ne dediğimi duydun mu? Bufalo."

  Bir şarkının solo kısmını çalmak için gitarını tutmaktan başka bir şey söylemedi. Bu şarkı bana çok tanıdık geliyordu.

  "Bugün, hiç beklemiyordum burada birlikte olduğumuz günün geleceğini
  Bu duyguyu yaşıyorum ilk tanıştığımız andan beri.
  İlk konuştuğumuzda, anlamlı bir şey olduğunu biliyordum.
  Birleştiren bir şey olmalı kalplerimizi."

  Bu şarkı Scrubb grubundan 'Click' şarkısıydı. Benim bu grubun karısı olduğumu söylerdi. Sanırım artık metresi oydu. Dayanamyıp onunla birlikte şarkı söylemeye başladım.

  "Sayfamız aynı.
  Diğer insanlardan çok farklı.
  Kafanın içinde benim hakkımda ne düşündüğünü söyle."

  "Sana bir şey söylemek istediğimi söylediğimi hatırlıyor musun?" Saravat durdu. Gözlerimi devirerek ne sorduğunu anlamaya çalışıyordum.

  "Ne zaman?"

  "Barda."

  "Lanet olsun? Bana dokunma meselesi mi? Sen tam bir piçsin."

  "Hayır. Ben ciddiyim."

  Gitarı tekrar çaldı. Yanımdaki kişiye bakmaya cesaret edemiyordum, sadece bir bakış bile. Neden böyle garip hissediyordum? Kanımdaki alkol yüzünden mi?

  "Hiç görmedim öyle
  Çok sol, çok sağ, çok mükemmel olmayan birini.
  Ne çok karamsar ne de çok talepkar.
  Ama olağanüstü bir şey var."

  Çok sarhoş olmalıydım, ya da belki rüya falan görüyordum...

  "Hiç görmedim öyle
  Çok hızlı, çok yavaş, çok az olmayan birini.
  Ama sen diğerlerinden daha iyisin.
  Kalbim için iyi ve birlikteyken mükemmelsin."

  Şarkı sona erse de birbirimize hiç bamadık. Yüzüne bakmaya cesaretim yoktu ve neden bilmiyordum. Ayrıca ellerim neden böyle titriyordu ki? "Güzel kızlardan hoşlanmıyorum."

  "Biliyorum. Zaten söyledin. Ama ben hoşlanıyorum."

  "Ayrıca güzel ya da zeki kızlardan da hoşlanmıyorum."

  "Bana çok zıtsın."

  "Sıradan şeylerden de hoşlanmıyorum. Benim diğerleri gibi olmadığımı iyi bildiğini düşünüyorum."

  "..."

  "Garip bir şeyi seviyorum galiba, nadir bir şeyi."

  "..."

  "Bu çok garip çünkü o kişi... sensin."