[2gether] 20. Bölüm - Koca Yürekli Olmak, Acımasız Olmalı

 Bölüm 20 - Koca Yürekli Olmak, Acımasız Olmalı

  Hepsinin piçi olmasına gelince, bunu abisine sunmak istiyordum. Ayrıca bir süre süren şehvetli görüntüsü, mağazadaki bazı kişilerin mağaza boyunca dedikodu yapmaya başlamasına neden olmuştu.

  "Bana neden öyle bakıyorsun?" diye sordu Phukong bana ama bunun sinirli bir adamın yüzü olduğunu biliyordum.

  "Benimle kötü niyetlerin mi var?"

  "Sadece seni kızdırmak istiyorum. Neden bu kadar ciddisin?" Ama yüzü gerçekten ciddi görünüyordu. Dürüst olmak gerekirse, Sarawat'ın göğüslerime dokunma şakası, kardeşinin beni yalama isteğinden daha iyiydi. Ama cidden, bu insanların nesi vardı böyle?

  "Ama yüzün çok ciddi görünüyor."

  "Öyle mi?" Al işte...

  "Düzgün otur."

  "Beni aldatma sakın."

  "Ne diyon lan?"

  "P'Sarawat bugün için erkek arkadaşın olmama izin verdi."

  "Ne zaman verdi?"

  "O benim abim. Söylemesine gerek yok. Hemen anlıyorum." Sanırım bu adam paranoyaktı ve hayal gücü kuvvetli olduğu için Phukong için yeni bir lakabım vardı. Ona Phukong 4D demeliydim.

  "Cidden, sormak istiyorum. Hiç birinden hoşlandın mı? Yoksa her zaman böyle bir pislik mi oluyorsun?" Pipeti emen dudaklar aniden durdu. Sakin bir tonda konuşmadan önce bir çift göz bir an bana baktı.

  "Gerçekten birinden hoşlanmak zorunda mıyım?" Bir an durdum. Cevabı 'neden yemek yemek zorundayım' diye sormak gibiydi ya da böyle bir şey işte. İnsanların sahip olması gereken bir şey olmasa da ihtiyaç duyulan bir şeydi.

  "Şey, zorunlu değil. Ama doğduğundan beri senden kimse hoşlanmadı mı?"

  "Biriyle konuşmuyorum ya da birine yakın olmak istemiyorum. İnsanlara uyum sağlamak yorucu. Hem neden birini sevmek zorundayım ki ve sonra hayatımı yorucu hale getireyim?" Tanıdık geliyor, değil mi? Bu cümle, tam olarak abisi Sarawat'ın söyleyeceği bir şeydi.

  "Birini sevdiğinde, hayatın renkleri olur."

  "Neredeymiş bu renkler? Bunun iyi hissettirmesi zaten iyi. Ayrıca abim iyi gidiyor ve baş ağrısı da çekmeyi seviyor."

  Cümlesindeki baş ağrısının anlamıyla bana atıfta bulunmuştu. Vay. Sizi çok seviyorum, çocuklar!

  "Ağladığında kesinlikle çekici görünmeyeceksin."

  "Benden bu kadar, acıtıyor!"

  "Evet. Gerçeklerden bahsetmişken, gerçekten acıtıyor. Yani, başlarken neden sana iltifat edeyim ki?"

  "Çirkin olsaydım, benden hoşlanmazdı..." Sarawat'ın vücudunu karşılamadığımı biliyorum ama yüzüm rakipsizdi.

  "Bak, abimin sadece yüze bakmayacağını biliyorum. Çünkü durum buysa, o zaman insanları hemen seçebilirdi. Sende, diğer köpeklerde olmayan, onun dikkatini çeken bir şey olduğunu biliyorum. "

  Sanki biri ciğerlerimi delmek için bıçak almış gibiydi. Bu noktada, bu çok derin bir kesikti.

  "E o zaman niye benden hoşlanıyor?"

  "Burası beni hiç ilgilendirmez. Git de abime sor."

  "Sır ne? Ben de bilmiyorum."

  Lanet olsun! Onu çok ciddiye almıştım. Abisi hakkında her şeyi bildiğini sanmıştım!

  "Ama birkaç nedeni var. Sana sorayım; bir çiçek diktiğinde ilk neye bakarsın?"

  "Rengine ve tipine."

  "Niye?"

  "Güzelce büyümesi için. Eve süs diye kullanabilirim böylece."

  "Gelecekte güzel görünmesini bekliyorsun, değil mi?"

  "Tamam, doğru."

  "Eh, herkesin düşüncesi bu. Ama benim abim öyle düşünmüyor işte. Görünüşü ne olursa olsun kökü sağlam olan bir çiçek seçecek çünkü bir gün şiddetli bir rüzgar estiğinde ayakta kalabilirler. Diğer çiçekler bunu yapamaz ve solabilir, hatta ölebilir bile. Gördün mü? Aynı şey değil."

  (Ç/N: Abi Phukong'a aşık oldum, ya verdiği örneğin mükemmelliğine bakar mısınız?)

  "Çiçek kökü gibi olduğumu mu söylüyorsun?"

  "Evet, hem de kök mü ne kök!"

  "Ne kökmüşüm be!"

  "Piç."

  "Asıl piç sensin lan!" Aynen abisine benziyordu. Çok sinir bozucu.

  "Buradasın! Uzun zamandır seni arıyorum. Tine Khaaaaaaaa!" Az önce gelen kişinin sesi, bir anda içimdeki ateşi söndürdü. Green piçinin cilveli bir ifadeyle koşarak geldiğini fark etmeden önce, aceleyle mağazanın kapısından dışarı baktım.

  Neden hayatım hep böyle şeylerle karşılaşıyordu? Anlamıyordum. Aman Tanrım.

  "Buraya nasıl geldin?" diye sordum şaşkınlıkla. Ama cevap vermeyip sadece yanıma çömeldi, önceki hayatımdan bir borcum varmış gibi koluma sıkıca sarıldı.

  Bu Green denen adamla karşılaşmayalı veya onunla konuşmayalı uzun zaman olmuştu. P'Dim, Hızlı ve Öfkeli gibi o kadar büyük bir duyuru yaptığından, karısına karışamadım, gergedanın topraklarına adım atmaya cesaret edemedim. Yine de neden bugün hayvanat bahçesinden kaçmasına izin mi vermişti?

  "İnsanlar Sarawat'ın Instagram'ın konumunu buldu, bu yüzden bakmak için acele ettiler." Yanağıyla kolumu ovduğundan bahsetmiyorum bile. O halde ben nasıl... Gömleğim yine onun yapışkan fondöteniyle kaplanmıştı. Ayağımla leğende yıkasam, yine de lekesi çıkmayacaktı.

  "Yüzünü gömleğimden çeker misin?"

  "Hayır."

  "Bizi rahatsız ediyorsun. Geç şuraya otur."

  Green bana baktı ve dudaklarını doğru bir şekilde büzdü. O anda... Kazara karşı tarafta oturan Phukong'u görünce yüzü çöktü. Yüzünü, öğrenci üniformamdan çabucak çekti.

  "Anammmm! Çok şirin ya bu~"

  Siktir, işte tam olarak ben buna 'bağırmak' derim!

  "Sen kimsin?"

  "Ruh ikizimin kardeşi. Lanet olsun. Neden bu kadar güzel kokuyor?" Green, vücudunu Phukong'un yanına çektikten sonra, Phukong'a sürekli dokunarak kendi bildiğini okudu. Bir adamı bir bütün olarak yutabilseydi, çoktan yutmuş olurdu. Oturup sessizce ağlarken onu izledim.

  "Tine'ın arkadaşı mısın?"

  "Evet." Daha az önce benimle flört ediyordu!

  "Bir şeye ihtiyacın olursa çaldır beni."

  "Gerek yok. Seni kendim arayacağım. Ben Green."

  "Hmm."

  "Senin adın ne?"

  "Phukong."

  "Ayyy~ Kraliyet hazinelerini mahvedersem ne kadara mal olur?"

  (Ç/N: Phukong - Tayca Kaptan demek)

  "..."

  "Yaşam masrafı var mı?" Kendi esprisine güldü.

  "..."

  "Parayla ilgili bir sorunun varsa, sadece şortunu giy ve beni ara. Seni doyurmak için kahvaltımı yükselteceğim." Sonra aniden...  

  "Ve eğer hayat bir sorunsa, beni bulmak için sürün. Gece gündüz seni tekmelemek için bacaklarımı kaldıracağım." Siktir! Voldemort geldi. Green şaşırarak hemen Phukong'u bıraktı. Disathat tam buradaydı.

  "Eh, P'Dim. Neden buradasın? Geldiğini söylemiyorsun?" dedi çok şaşırmış görünen Green.

  "Gelip seni uyarsaydım, böyle hareketlerini görmezdim de ondan."

  "Şaka yapıyordum sadece."

  "Böyle mi şaka mı yapıyorsun?" Green'in gülümsemesi anında gözyaşlarına dönüştü. Bu sefer büyük karı koca savaşı başlamıştı. Phukong ve ben bir dizi sahnesi izliyor gibiydik ve tek bir cümle bile söylemedik.

  "Tine'a Sarawat'la ilgilenmesini söylemeye geldim çünkü bana öyle söylediler."

  "Sen nesin, köle mi?" Lanet olsun ki o gerçekten sertti. Böyle bir kocam olsaydı yemin ederim kendimi öldürürdüm yoksa hayattayken cehenneme yaşardım.

  "Eh, Sarawat, küçük kardeşinin Tine ile flört etmesinden korkuyor."

  "Tine'a dikkat edecek kadar kendine güveni yoksa bırak gitsin. Ya seni ne ilgilendiriyor?"

  "Ama Sarawat onları kontrol etmem için bana yalvardı."

  "Sana yalvardı mı yoksa gönüllü mü oldun?"

  "..." Susmasana! Şimdi söyle! Birbirinizle böyle kavga edin. Böyle şeyleri severim ben!

  "Gidebilir miyiz? Açım ben."

  "Hmm."

  "İyi olmalısın, Tine. Biz gidiyoruz." P'Dim'e hafifçe başımı salladım. Phukong az önce ne olduğunu anlamamış gibi hafifçe kaşlarını çattı.

  "Abim bu kadarını bile yapıyor mu?"

  "Neden ki?"

  "Bunu ben kendi başıma bile yapamazdım. Konuşmamızı kesmeleri için başkalarını bile gönderiyor mu?" Phukong'un her kelimesine dayanarak kaşlarımı çattım. Sarawat'ın neden bu kadar büyük oynamak zorunda olduğunu bile bilmiyordum. Kardeşi bile onu anlamamıştı.

  "Onunla dalga geçme." Onun kızgın duygularını zaten görmüştüm. Konserden sonra tuvalette çıkan kavga sırasında görmüştüm hem de. O kıdemli hastaneye bile götürülmek zorunda kalmıştı.

  "Eğlenceli çünkü Sarawat hiç böyle olmamıştı."

  "Artık seninle konuşmak istemiyorum."

  Phukong, önündeki latte bardağını sessizce içmeden önce omuzlarını silkti. Instagramımdan gelen bildirimler ötmeye devam etti.

  Green_Kiki: Wat, P'Dim beni almaya geldi. Üzgünüm. T^T
  Sarawatlism: @Sarawatlism Phukong, cevap ver bana
  Sarawatlism: @Sarawatlism Sikeyim yaaaa. Gidip derslerine çalış, bizi rahatsız etme
  Sarawatlism: @Sarawatlism Phukong, seni piç

  Rrrr~

  Bir dakika sonra, Phukong'un telefonu çaldı. Bana şeytani bir gülümsemeyle bakmak için başını kaldırdı, ardından aramayı çabucak reddetmek için telefon ekranını kaydırdı.

  Sarawatlism: @Sarawatlism telefonuna cevap ver
  Man_Maman: Nong Phukong, abin burada gittikçe vahşileşiyor. Masayı ve sandalyeleri yumruklamaya başladı

  Bence Sarawat ele geçirilmiş ve kesinlikle kardeşi yüzünden delirmişti. Instagram'da paylaşılan fotoğrafa yorum yazıp yorum yaptığını görünce, cevap vererek sorunu kendim çözmeye karar verdim.

  Tine_Chic: @Sarawatlism Gülünçleşme de derslerine odaklan

  Ondan sonraysa Sarawat daha fazla yorum göndermedi...

  İki saat sonra Instagram zaman çizelgesi tekrar değişti. Bu sefer soruna neden olan Man'di. Man, binalar arasında yürüyen Sarawat'ın bir videosunu yükledi. Grubundaki arkadaşları onun gitmesine yardım etti ve mutlu bir şekilde gülüştüler. Komik başlık satırı ile birlikte...

  Man_Maman: Arkadaşım asla alanı ölçmek istediğini söylemedi. Burada birçok alet var ama dizlerini kullanarak ölçmek istedi. Ama arkadaşlar, endişelenmenize gerek yok. Sarawat rampaya geri döndü. Karısını yemek istediği için yerinde duramıyor.
  P.S: Wat'ın karısı var
  P.S2: Wat'ın karısı havalı bir adam
  P.S3: Ben hala bekarım 555

  Okuduktan sonra söylenebilecek tek şey "siktir" oldu. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Facebook topluluğu sarsıldı. Daha önce katıldığım Sarawat eşleri grubundan...

  Sarawat ile benim aramdaki ilişkiye gelince, bunu halka açıklamamıza gerek yoktu. Sorarlarsa cevap veriyorduk. Ama 'biz çıkıyoruz' ya da bunun gibi bir şey yazmak için plan yapmamıştık ve bence Sarawat gibi bir insan da bunu açıklamazdı. Ama bu yazı Beyaz Aslan'dandı. Tıpkı şimdiki gibi hayatımda ne olacağını tahmin edemediğim gibi...

  Kalbimi rahatlatmaya çalıştım...

  Yapma. Gelen kutuna tıklama. Aksi takdirde, bu gece uyuyamayacaksın.

  Tine, yapma! Sakın! Yapma!

  Tring~

  Ananı ya! Yanlışlıkla tıkladım. 4.000'e yakın kişiden gelen bir dizi mesaj başımı eğdirdi. Bazı mesajları okumak için aşağı kaydırdım ama hepsinde aynı mesaj olduğunu biliyordum.

  'Sarawat'ın kardeşiyle Tine çıkıyorlar mı?'
  'Nong, biliyordum ben T.T'
  'Bizi güncelleyin. Sarawat ile çıkıp çıkmadığını bilmek istiyoruz.'
  'Tine her zaman sadece arkadaş olduklarını söylerdi... Buna inanamayacak kadar aptalım.'

  Al işte, o zaman, buyur. Yapabileceğim tek şey, onlara gereken şekilde mesaja cevap vermek oldu.

  "55555" muhtemelen duruma en uygun cümleydi.

  Nasıl cevap vereceğimi hiç bilmiyordum. Ben de sadece o satırı kopyaladım.

  10 dakikadan kısa bir süre sonra, Man ve arkadaşları sinir bozucu adamı sürüklediler ve ardından onu mağazanın önüne bıraktılar. Deri ceket sahibi topallayarak içeri girdi ve hiçbir şey söylemeden yanıma oturdu. Bu yüzden önce endişeli bir ifadeyle sordum. "Dizin ağrıyor mu? İlacını getirdin mi?"

  "Acıyor."

  "Dur, bakayım bi."

  "Hadi senin yurduna dönelim."

  "Kardeşin seni yurduna götürecek. Arkadaşımdan gelip beni almasını rica edeceğim."

  "O zaman gram acımıyor..." Şu piç!

  Dükkandaki insanlar bize bakıyordu. Sarawat ve Phukong'un yüzlerinin son derece benzer olduğu söylüyor olmalıydılar. Hepimiz aynı masada otururken, insanlar fotoğraf çekmek için gizlice dışarı çıkmaya başladı.

  "Erkek arkadaşım çok sevimli." Bir anlık sessizlikten sonra, Phukong tekrar konuşmaya başladı. Abisi sanki omzundan düşecekmiş gibi sert bir şekilde ona döndü.

  "Ona göz kulak olmanı istedim, oyun oyna demedim."

  "Kim oyun oynamış be? P'Tine... Biliyor musun, abim bana çok sevimli olduğunu ve hep elde edilmesi zor olanı oynamak istediğini söyledi."

  "..."

  "Kardeşim zevkle sana tecavüz etmek istiyor."

  "..."

  "Nihai hedefi, sen kalkamayacak duruma gelene kadar seni yormak."

  "Kapa çeneni." Sarawat, kardeşinin kafasına şiddetle vurdu.

  "Ne var? Doğruyu söylüyorum, bu yüzden suçlu değilim."

  Uzaklaşmaya ve onlara korkmuş gözlerle bakmaya başlayan ben oldum. Lanet olsun! Böyle bir şey planlamaya cüret mi ediyordu?

  "Birini seversen anlarsın." Hemen yumuşayıverdim. Sarawat'ın böyle bir şey söyleyebildiğine inanamıyordum, ama bana aşık olmak onu bu kadar sapıklaştırabiliyorsa, aman aşık olsun. Hatta beni bırakmasını istiyorum. 

  "O kadar da anlamak istemiyorum. Birinden hoşlanmanın insanları böyle değiştireceğinden korkuyorum."

  "Ben değişmedim. Hala aynı kişiyim. Arkadaşlarım aynı, büyüklerim aynı. Değişen tek şey bir sevgilim olması."

  "Buna değişim deniyor. Kendinde kayboldun."

  "Bir gün, beni anlayacaksın."

  "..."

  "O kişiyle birlikte olmak için her şeyini feda etmek isteyeceksin."

  "..."

  "Çok konuşmaya başlayacaksın. Bütün çabaları fark etmeye başlayacaksın. Başkalarından yardım isteyen mantıklı bir insan olacaksın. Hiç olmadığın her şey olacaksın. Ama garip olan şu ki, böyle çılgınca şeyler yapmaktan asla utanmayacaksın."

  "..."

  "Sadece sevilmeye değer.Doğru mu?" Cümlenin sonunda alçak sesin sahibi bana döndü ve sakin bir yüzle baktı, ama bu kalbimin bir anda hızlı atmasına neden oldu.

  "Bilmiyorum." Fazla sessiz olan sesimle cevap verdim. Zar zor duyabiliyordum.

  "..."

  "Daha önce hiç aşkı ummamıştım. Ama şimdi buna değdiğini düşünmeye başladım."

  ~

  Sarawat bana Phukong'un kendisi gibi olduğunu söyledi. Bir kez samimi olduğunda, insanların düşündüğü gibi konuşkan veya utangaç biri olmadığını anlayacakmışım. Benimle bu kadar çabuk anlaşmasının nedeni, artık Sarawat'ın hayatının bir parçası olmamdı.

  Phukong, başkalarının gözünde uzun bir duvarı olan ve insanları kolay kolay sevmeyen bir içe dönük. Sık sık bir korkak olarak aşağılanıyordu, bir öyle ve bir şöyleydi; fakat aşkının peşine düşmeye cesaret etmiyordu. Ama birine aşık olduğunda, onu anlayacaktı.

  Bence Phukong, Sarawat'tan farklı değildi. Ne kadar cesur olursa olsun, sonunda sevdiği kişiyle karşılaştığında ona yaklaşmaya cesaret edecekti. Sevdikleri insanların etrafında çekingen bir insana dönüşecekti. Sonuç olaraksa, başkalarının görüşlerine güvenmek zorunda kalacaktı.

  Çorbadan büyük bir yudum alacaktı. Bu duygu bana hiç olmamıştı çünkü ben konuşkan biri değildim. Okula başladığımdan beri dürüsttüm. Hayatım asla yalnız değildi. Bir insandan ayrılıp hemen yeni insanlar bulurdum. Kalbi böyle biriyle ilişkiye başlamak gerçekten zordu...

  "Domuz köftesi çok lezzetli."

  "Yemek istediğinde beni arasana!"

  "Senin damak zevkin daha iyi. Hey, biraz sebze ye."

  "Ben bu fesleğenleri yemem!"

  "Çok lezzetli ve seninle paylaşmak istiyorum." Onunla çıkmaya başladığımdan beri, Sarawat'ın ağzından çıkan "pay" kelimesinden nefret ettiğimi söylemeliyim. Yemek için lezzetli bir şey bulduğumda, bu gerçek mutluluktu ama yemeklerin tadı kötüydü ve yine de denemek zorunda kalmıştım, sadece ağlamak istiyordum...

  "Bugün ders çalışmak için kütüphaneye gidecek misin?" Sarawat beni davet etti.

  "Seninle çalışmayacağım."

  "O zaman grubunla çalış. Sadece gelmeni istiyorum."

  "Tamam. Seninle geliyorum."

  "Ama beraber de oturalım." Gözlerimi çaresizce kıstım. Bu piç neredeyse iki hafta koltuk değneği kullandı. Artık rahatça ve yardım almadan ayağa kalkabiliyordu. Yine de gevşek bir yürüyüşü vardı.

  Sarawat, Bangkok'tan yeni parmak arası terliklerini de sergiledi. Sadece bu da değil, annesi bana fazladan bir çift bile almıştı. Gözlerimde yaşlar yuvarlandı. Annesi, aynı terlikleri giyersek birlikte şirin görüneceğimizi söyledi!

  "Şimdi yıkan. İki buçukta seni alırım," dedi Sarawat.

  "Biliyorum. Kendine söyle onu sen."

  "Bir ceket de al yanına. Oradaki klima soğuk."

  "Hmm."

  "Acıkırsam diye gizlice benim için bir sandviç getir."

  "Git de bir tane al."

  "Ton balığın var mı?"

  "Var."

  "O zaman bana kıyılmış domuz sandviçi yap."

  O zaman niye bana ton balığını soruyorsun ki...

  "Bir şey dinlemek ister misin? Telefonuma indireceğim."

  "Scrubb."

  "Tamam."

  "Herhangi bir şarkıları olur."

  "Gitar getirsem iyi olacak..."

  "Söyle bana, çalışacak mısın yoksa yeni bir sanatçı olarak ilk çıkışına mı hazırlanacaksın?" Yeme içmeye pek vakit ayırmadım. Basit bir gömlek ve sadece bir çift terlik. Burada, Chiang Mai'de uzun süre yaşamak, etkilemek için giyinmek zorunda olmadığınızı anlamamı sağlamıştı.

~

  Sarawat tam saat ikide, randevudan önce geldi ve odamda yatmak için bir bahane buldu. Bugün, aynı renkte kısa mavi bir futbol forması ve onun güzel parmak arası terlikleri giyiyordu. Ayrıca çantasında tam teçhizatlı bazı yiyecek ve içecekleri vardı. Kütüphane normalde içeri yiyecek getirmemize izin vermezdi ama bu benim genelde yaptığım kötü bir şeydi. Sadece bu sefer, yalnız yapmıyordum.

  Sarawat bana aç olduğunu ve çalışma havasında olmadığını söyledi. Ama Sarawat'ı tanıyorsam, ne demek istediğini anlamıştım. Yemek için aç değil ama benim için açtı. Lanet olsun.

  "Sınavdan sonra Bangkok'a dönecek misin?" Arabasındayken sordum. Yol boyunca çalan müzik yumuşaktı.

  "Evet. Sadece bir haftalığına. Grup yarışmasının provasını yapmak için acele etmeliyim."

  Başımı salladım.

  "Benimle gelmek ister misin? Annem seni özlediğini söyledi. Phukong da." Arkadan onun adını duyduğumda ağzımın kenarları seğirdi. Hayır. İstemiyorum.

  "Birlikte dönmek sorun değil ama havaalanında ayrılmamız gerekiyor."

  "Beni ailenle tanıştırmayacak mısın?"

  "Hayır. Henüz hazır değilim." Sarawat devam etmeden önce uzun bir süre sessiz kaldı.

  "Bir erkekten hoşlandığın için seni kabul etmeyeceklerinden mi korkuyorsun?"

  "Hayır. Senden nefret etmelerini kabul etmeyeceğim."

  "Her ne gelirse gelsin, küçük bufalo. Benimle mutlu olduğunu anlamalılar."

  "Ama ben seninle mutlu değilim. Sadece başımı ağrıtıyorsun."

  "Peki, piç."

  "Peki, pislik."

  "Peki, aşkım, dövüşmek mi istiyorsun?"

  "Peki! Sadece tek seferliğine!"

  "Birkaç kez yapalım. Sahip olduğun her şeyi bana vermelisin."

  "Değneklerini yeniden hazırla, Sarawat." Aslında ciddi değildim. Annem dışa dönük bir insandı ve aşk hayatımı umursamıyordu. Babama gelince, ondan emin değildim...

  Kütüphane 7/24 açıktı ve her zaman öğrencilerle doluydu. Pek çok insan dönüp bana ve Sarawat'a baktı, sonra heyecanla dedikodu yapmaya başladı. Dediğim gibi, resmi olarak çıktığımızı kimseye açıklamamıştık. Ama çoğu kişi, söylentilerden sonra biliyordu.

  Ben aşık bir tip değildim. Kısıtlamazdım. Sarawat da öyle. Bazen birlikte yemek yiyerek, film izleyerek veya yürüyüşe çıkarak zaman geçiriyorduk. Geri kalan zamanlarda mobil oyunlar oynuyorduk. Sarawat ayrıca futbol oynuyor ve hatta bazen arkadaşlarıyla toplanma aktiviteleri bile yapıyordu. Ben de erkek arkadaşlarımla birlikteydim. Eskisinden pek bir şey değişmemişti yani.

  "Daha gelmediler mi?" Kütüphaneye girmek için anahtar kartına bastıktan sonra esmer adam sordu.

  "Hayır. Ohm duş aldığını ve daha sonra geleceğini söyleyen bir mesaj gönderdi. Ya seninkiler?"

  "Hala yemekteler. Hadi gidip bir masa bulalım."

  Özel bir sınıf ayırmadık, bu yüzden halka açık bir yer bulmamız gerekiyordu. Kütüphaneyi dolaştıktan sonra 3. katta bize yetecek kadar yer buldum. Ve ah, klima tam başımızın üstündeydi.

  Köşedeki sandalyeye oturdum. Sarawat da yanıma oturdu. Kalın eli sırt çantasını masanın üzerine koydu ve sonra saçlarını darmadağın eden belgeleri bulmak için hareket etti. Kaleminden sadece 2 renk vardı, mavi ve kırmızı. Renkli fosforlu kalemler kullanmıyordu. Bu adam gerçekten de tembeldi.

  "Haftaya Pazartesi ne sınavın var?"

  "İngilizce."

  "Ceket getirdin mi sen?"

  "Hayır, unuttum."

  "Soğudu burası." Bu piç bana hiç bu kadar tatlı olmamıştı.

  "Unuttum."

  "Sana hatırlatmıştım."

  "Dinlemiyordum."

  "Sana kim telefonunla oyna dedi ki?"

  "İnsanlar neden beni Instagram'da fotoğraflarına etiketliyor? Yapacak çok işim var."

  "N'olmuş yani?"

  "Fotoğraf çektiklerini fark etmedim. Ayrıca gerçek hayatta o resimlerden daha yakışıklıyım."

  "Şimdi çalışmaya odaklan. Sınav bittikten sonra seninle yurtta ben ilgileneceğim."

  "Sen gerçekten..." Ah evet. Konu şehvetli hale gelene kadar ileri geri konuşmayı seviyordu.

  "Arabadan ceketimi getireceğim."

  "Bana getir."

  "Hmm." Uzun boylu kişi kütüphaneden çıktı. Bu anı notlarımı gözden geçirmek için kullandım. Ta ki...

  "Vay canına, çok hızlısın..." Önümdeki kişi Sarawat olmadığı için bir an durakladım.

  "Selam, Nong Tine."

  "P'Mil..." Son sınıf olan kıdemlimi, önümde arkadaşlarıyla birlikte mimarlık üniforması içinde gördüğümde mırıldandım. Lütfen kütüphanede kavga etmeyin...

  "Siz çocuklar, önce oturun. Onunla konuşacağım." Bunu söyledikten sonra uzun bedeni karşıma oturdu ve dostça olmayan bir gülümsemeyle baktı.

  "Senin sorunun ne?"

  "Niye soruyorsun?"

  "Sensin."

  "Beraber oturmak ister misin?"

  "Kalsın, teşekkürler."

  "Soğuk mu?"

  "Hayır. Başka bir şey var mı? Burada ders çalışıyorum. Arkadaşlarım da birazdan burada olur zaten."

  "Arkadaşların gelene kadar burada oturabilir miyim?" Çok inatçıydı. Onu başımdan savmaya çalıştım ama gitmeyi reddetti. P'Mil'in benim için hiçbir şey ifade etmediğini biliyordum ama ne kadar şanssızdım ki; Sarawat'a aşık oldum ve bu yüzden borçlanmıştım.

  "Benimle oturmana gerek yok. Tek başıma oturabilirim."

  "Tamam. Belli ki konsantrasyona ihtiyacın var. O zaman, gideyim ben." Uzaklara gitmedi. Hemen arkamdaki masaya oturdu. Mimari ceketini üstümde bıraktı.

   "Hava soğuk. Üstünü kapaman gerekiyor. Seni sıcak tutar."

  Çok naziksin, seni piç. Bu hareketi çok ileriye gidiyordu. Burada kaç tane sıcak tutan üniforma vardı ki? Ama titrediğimden, ceketi sahibine atamadığım için şanssız olduğum doğruydu.

  Keskin bir yüze sahip uzun vücut geri geldi.

  Üstümü örten üniformayı gördüğünde, yüzü gerçekten öfkeliydi. Hemen yanımdaki koltuğa oturdu ve somurtkan bir sesle sordu.

  "Bu kimin ceketi?"

  SARAWAT

  Tine'i gördüm ve biri onunla flört ediyordu!

  On dakikadan daha kısa bir sürede arabaya indim ama sorun hemen başlamıştı. Deneme bölümünün yanından geçerken, birinin oturup karımla konuştuğunu gördüm. Yaklaştığımda, onun düşmanlarımızdan biri olduğunu anladım. Ceketi Tine'a verdiğini görünceyse üzülmüştüm...

  "Şey... Mimarlıktan bir kıdemli..."

  "Kim?"

  "P'Mil..."

  "Niye?"

  "Bilmem..." Diğer kişinin cevabını beklemedim. Gri üniformayı hemen elinden kaptım ve sonra dosdoğru kıdemlinin oturduğu yere gittim. Hiçbir şey söylemeden formayı önüne koydum.

  Şu anda sorun çıkarmak istemiyordum çünkü kütüphanedeydik.

  "Erkek arkadaşın titriyor, ben de ona ceketimi verdim. Bunda bir sorun görmüyorum." Önce P'Mil konuşarak benim konuşmamamı imkansız hale getirdi.

  "Ceketimi ona zaten verdim. Onu umursamana gerek yok."

  "Güzel. Sevgilinle ilgilenmelisin ki başkası ilgilenmesin."

  "Başkalarından mı bahsediyorsun yoksa kendinden mi?" Ona sordum. Gözlerinden nefret ediyordum. Kafede karıma dokunduğunu gördüğüm andan itibaren ona ait olan her şeyden nefret ediyordum. Ayrıca Tine'i yere düşene kadar yumruklayan arkadaşından da nefret ediyordum.

  "Sakin olun. Birbirinize adam gibi davranın." Bir arkadaşı konuştu.

  "Benim olana dokunduğu anda bir adam olmaktan çıktı."

  "Piç!" Masadaki kıdemli biri ayağa fırladı ve bağırarak etrafındaki herkesin aynı anda bakmasına neden oldu. Tine gelip bileğimden beni masaya çekti ve sonra yerlerimize geri döndük.

  "Kızma, sakinleş..." Tine beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

  "Sana ceketini vermekten başka yaptığı bir şey var mı?"

  "Yok. Çok düşünme." Elimi sıktı, bir süre ruh halimin yatışmasını bekledi.

  Arkadaşlarım ve arkadaşları şu anda tam katılımdalardı. Çalışmak için sessizce oturduk, sakindik çünkü insan sayısı az değildi. Ama en endişeli kişi İMan oldu Arkamdaki masadaki kıdemlileri gördükten sonra defalarca ayağıma tekme attı.

  "Sinirli misin? Hiç konsantre olmuyorsun." Bir süre sonra Man, cümleleri bulanıklaştırarak ortalığı ayağa kaldırdı.

  "Patron, çeneni kapalı tut! Kapa çeneni!"

  "Neden korkuyorsun? Buralardaki köpeklerin havlayıp uluduğunu mu duydun yoksa?"

  "Ne oldu, Wat? Köpeğe benzeyen bir kıdemliyle mi karşılaştın?"

  "..."

  "Şşşş! Böyle bir kıdemlim olması çok üzücü. Tam bir hayat kaybı."

  "Ne istiyorsun?!" Mimarlıktan bir kıdemli çok yüksek sesle konuştu. Ta ki..

  "Öğrenciler! Böyle konuşmaya devam edecekseniz lütfen dışarı çıkın. Başkalarını rahatsız ediyorsunuz." Kütüphanecinin masaya güçlü bir şekilde vurmasıyla lafı havada kaldı. Rakiplerden bir grup kıdemli ayağa kalkıp dışarı çıktı.

  "Ben harikayım," dedi Man tek kaşını kaldırırken.

  "Bizi kütüphaneden attılar."

  "Kıdemlilerden korktuğumu mu sandın? Korkmuyorum. Ve... Tine ne yapıyor? Ağlamak üzereydi." Sorgulanan kişiye bakmak için döndüğümde gözlerinden yaşlar süzüldü. Lanet olsun.

  "Ne oldu?" Başını hafifçe okşarken sordum.

  "Kavgadan korkuyorum. Yüzümde bir morluk daha olmasından korkuyorum." Aklım bomboştu. Yüzü için endişe ettiği hiçbir şeyin benimle uzaktan ilgisi bile yoktu. "Kavga mavga yok. Burası bir kütüphane. Ders çalışmaya odaklanmalıyız."

  "Hmm."

  "Müzik dinlemek ister misin?" Onayladı. Sadece Tine çalışırken müzik dinlerken normalden daha odaklı göründüğünü fark ettim. Kısmen etrafındaki insanların dikkatini dağıtmadığı ve arkadaşlarıyla gereksiz şeyler hakkında sohbet ederek zaman kaybetmediği içindi.

  Sırt çantamdan kulaklığı çıkardım, cep telefonumdan çalma listesini açtım ve vakit geçirmesine izin verdim.

  "Lütfen Scrubb aç."

  "Çalıyor ya."

  Tine telefonumu aldı ve kağıdına bir şeyler yazmak için bir kalem almadan önce masanın üzerine koydu. Arkadaşlarım ve arkadaşları mutlu bir şekilde sohbet ediyorlardı. Çoğu, sınavlardan sonra pazarlama, çizgi roman, porno ve toplanma hakkında konuşuyordu.

  "Sınavı bitirelim ve bu dönemin sonunu kutlayalım," diye önerdi Peuk. Sonra Tine tekrar kitabına odaklandı. Okuduğu kitapla gerçekten ilgileniyordu.

  "Nerede kutlayalım ki?" Big heyecanlanmış gibiydi.

  "Tha Chang?"

  "Hayır be, çok kalabalık orası. Tee'nin meyhanesi... Oraya alışığız." Bilmediğiniz her restorana ben çoktan gittim...

  "Tine sarhoş olduğunda, yap gitsin." Man bacağımı tekmeledi ve bana kötü kötü baktı. Bu can sıkıcıydı. Karım sadece müzik dinliyordu, bu yüzden bunu konuşmak için iyi bir zaman değildi.

  "Ne oluyor be?" Biliyordum. Bizi duymuştu.

  "Hmm... Seni yurduna götüreceğim! Çok fazla düşünüyorsun!"

  "Ama yüzün başka bir şey söylüyor."

  "Ne söylüyormuş benim yüzüm?"

  "..."

  "Şeffaf!"

  Bunu söyledikten sonra, masadaki herkes yüksek sesle güldü, ta ki kütüphaneci bizi ikinci kez uyarana kadar. Tine aptal bir surat yaptı ve ne olduğunu sormak ister gibi bana baktı. Man hafifçe Tine'nin omzunu ovuşturup ne dediğimi tekrarladı.

  "Tine, çok beyazsın. O kadar beyazsın ki neredeyse şeffafsın. Anladın mı?"

  "Ne? Bir daha söylesene!" Bu sefer kulaklığı kulağından çıkardı ve Man'ın her sözünü dinlemeye odaklandı.

  "Pilavdan bahsediyorum. Lezzetli mi bari?"

  "Ah. Öyle. İyi yemek..." Bunu söyledikten sonra Tine kulaklıklarını geri taktı. Çok masumdu ve grubumuzdaki en masum o gibi görünüyordu. Arkadaşları, çetemle aynı şey gibi görünüyordu; aşağılık insanlar...

  Ama onları arkadaşım olarak görmekten mutluydum. Yoksa şu anda hayatımın neresinde olurdum, gerçekten bilmiyorum. O zamanları hala dün gibi hatırlıyorum...


  Kaç yıl sonra tekrar onunla karşılaştığımız o anda...

  "Man! O kişiyi buldum! Onu buldum!" (Tayca'da telaffuzu  'horn/boynuz' gibi)

  "Theme'in kafasının üstünde ya hani zamandır... Uzun zamandır görmüş olman lazımdı! Yoksa Big'in kafasında mı..?"

  "Öyle değil. Demek istediğim o kişi! Rüyalarımın adamı!"

  "Gerçekten mi? Nerede karşılaştın?"

  "Bilim binasında. Ama yanlışlıkla, onu düşene kadar öpeceğimi söyledim. Ne yapmalıyım?"

  "Aptal! Ne tür bir giriş bu. Acelen mi vardı? Ama sorun değil. İzin ver sana yardım edeyim."

  Onun adını ilk öğrendiğimde..

  "O kişinin adını biliyorum."

  "Nerden biliyorsun?"

  "O kişi bana bir e-posta gönderdi. Tine. Bu çok tatlı bir isim, seni piç. Kahretsin! Sanırım öldüm. Tine... Tine... Tine..."

  "Yazmakta iyi değilsin. Bana bırak. Sana yardım edeceğim."

  Man yazmak için telefonumu aldı. Sonra ona geri gönderilen acı mesajı kırık bir kalp hissiyle okudum. Ellerim sürekli titriyordu ve durduramıyordum.

  "Seni şerefsiz! N'aptın lan?! E-posta gönderimi nasıl kaldırılıyor ya?!"

  Onun telefonunu esir aldığımda...

  "Tine'nin telefonuna sahip olmak iyi hissettiriyor. Şunu açın da onun hakkında daha fazla bilgi sahibi olalım."

  "Açsam mı ki?"

  "Aç! Hem şifresini biliyor musun ki sen?"

  "Evet, deneyebilirim..."

  "Siktir! İşe yaradı! Bırak sana yardım edeyim."

  Ve işte Theme'in o sözleri, profilinde bir durum yarattı. "Sarawat çok lezzetli. Sarawat yemek istiyorum!"

  Müzik kulübüne kabul edilmeyince...

  "P'Dim, seni biraz rahatsız edebilir miyim?"

  "N'oldu?"

  "Bir üye daha kabul edebilir misin?"

  "Kimmiş? O kadar iyi mi çalıyor?"

  "Hayır. Gitarın 'g'sini bile bilmiyor."

  "Öyleyse neden onu kabul edelim? Yeterince üyemiz var, Wat."

  "Ben... Ona abayı yaktım. Lütfen bana yardım et."

  "Senin de hoşlandığın biri mi var? O maymun kesinlikle ele geçirilmiş. Onu getir buraya."

  "Tamam. Onu buraya getireceğim ama lütfen bunu daha önce tartışmamışız gibi davran."

  "Hmm."

  "Teşekkürler!"

  Sürekli yardım istemeye devam ettiğinde...

  "Tine benden onunla flört etmemi istedi çünkü biri onu takip ediyormuş."

  "Kimmiş ki?"

  "Green."

  "Siktir! O Green'se, her türlü seni alt eder!"

  Sosyal medyayı ilk kullandığım zamanlar...

  "Boss, Instagram kullanmayı biliyor musun? Bana da öğret."

  "Ne tür bir şeytan seni ele geçirdi? Bugün Instagram kullanmak için hangi ruh halindesin?"

  "Tine ile flört etmek için hesap açmak istiyorum."

  "O zaman hesabına bir isim vermelisin."

  "Bir düşün. Hangisini kullanacağımı bilmiyorum."

  "Şeyi kullan... love_Tine_forever"

  "Bu çok açık. Man, ya senin hiç önerin var mı?"

  "Benim mi? Şey... yedTine2016? İşte o zaman aşkınız büyüyecek. Bu yıl uyar mı?"

  "Siktir lan!"

  "Ya Sarawatlism? Senden hoşlanan insanlar var sonuçta..."

  "İyi fikir, Tee."


  İlk defa kıskançlığı kontrol edemediğimde...

  "Tine'ın yüzündeki makyajı beğenmedim. Lütfen ondan silmesini iste."

  "O bir amigo, bu yüzden makyaj yapmak zorunda."

  "Ama böyle çok şirin gözüküyor."

  "Yani?"

  "İnsanların ona bakmasından hoşlanmıyorum. Sinirleniyorum."


  Bir yanlış anlaşılma olduğunda...

  "Tine bana ondan uzak durmamı söyledi. Benim Earn'den hoşlandığımı düşünüyor."

  "Gördün mü bak?! Biliyordum!"

  "Ama Earn'ün manitası var ki..."

  "Tine bunu biliyor muydu? Sana sinirli miydi? Eğer sinirlendiyse, kesinlikle senden hoşlanıyor!"

  "Ne demeye çalışıyorsun?"

  "Böyle söylemesi iyiye işaret çünkü seni sadece bir arkadaş olarak düşünseydi, bunu söylemezdi."

  "Ama ben ondan uzak durmak istemiyorum. Anladın mı?"

  "..."


  Ve işte bu kadar. Bugün, artık birlikteyiz.

  Yardım etmek için tüm çabalarını harcayan arkadaşlarıma ve büyüklerime gerçekten minnettardım. Olan her şey tesadüf değildi. Sadece bir kez tesadüf oldu ki bu da onunla tekrar karşılaşmaktı. Bunun dışında her şey planlıydı ve Tine'a söylemeyecektim.

  Yanımdaki kişinin avucundan gelen hafif sıkma beni bilinçsiz yaptı ve bir anlığına beyaz yüzüne bakmak için döndüm. Ardından telefon ekranında beliren şarkı adına gözlerimi indirdim.

  Çalan şarkının adı 'Smile'dı.

  Gitarı çalma ve bir gün duyması umuduyla kaydetme fırsatım olmuştu. Bu şarkıyı, lisedeyken Scrubb konserinde Tine ile tanıştıktan 2 gün sonra kaydettim. Şarkı, hafızamızı tutan bir günlükteki bir sayfa gibiydi. Bir zamanlar tanıştığımız bir hatıra...

  Tine'dan kulaklığın bir ucunu ​aldım, sonra dinlemek için kulağıma taktım. Bana o günü hatırlattı...

  "Phukong daha önce benim için bir şarkı kaydettiğini söyledi. Dinleyebilir miyim?"

  "Umm. Sesli kayıt mesajına bas."

  "Senin için... Benim adım Sarawat. Bir lakabım yok. Ve ben... Seninle Scrubb konserinde tanıştım."

  "..."

  "Seni tanımak istiyorum ama sanırım şansım olmayacak. O yüzden bugün senin için bir şarkı söylemek istiyorum. Bu şarkı bana gülüşünü hatırlatıyor. Hmm... Şimdi okuyamıyorum. Kendi notalarım... O yüzden şimdi şarkıya başlayacağım..."

  Titreyen sesli mesajın yerini en sevdiğim gitarım olan Takamine Pro serisi aldı. Bu dosya videoya dönüşmüyordu, bu nedenle sadece sesten ibaretti. Şanslıydım çünkü kesinlikle komik görünebilirdim.

  ♫ Bir gülümsemen yetiyor
  Her şeyi unutturmaya ve
  Neyin daha önemli olduğunu anlamama.
  Yeri doldurulamaz.
  Tek bir sesin yetiyor,
  Beni gözlerin göremeyeceği kadar uzağa uçurmaya.
  Yaşadıklarımdan fazlası var
  Ve açıklayabileceğimden daha fazlası
  Gözlerimi kapatmaya çalışırsam eğer
  Tek o görüntüyü göreceğim
  Sadece zamanı durdurmak istiyorum
  Bir an için, işlerin eskisi kadar basit olmadığını anlarsan
  Tek bir gülümsemeni görmek istiyorum ♫

  Sessizlik uzun bir süre devam etti. Ancak telefondaki devam süresi, kaydın henüz bitmediğini açıkça gösteriyordu. Ta ki sesimin tekrar kulak zarından içeri girdiğini duyana kadar.

  "Evet... O kadar iyi olmayabilir. Ben... Bunu daha önce hiç yapmamıştım."

  "..."

  "Ama sana söylemek istediğim bir şey var. Sana söyleme şansım var mı bilmiyorum. O yüzden duyarsın diye ancak bu telefondan konuşabiliyorum."

  "..."

  "Senden hoşlanıyorum."

  Tine dönüp gülümsedi. Sanki sadece ikimiz duyabiliyormuşuz gibi hafifçe fısıldamadan önce başını omzuma yasladı. "Hmm. Şimdi duydum..."

  "..."

  "Ben de senden hoşlanıyorum."

  ~

  Final sınavı sırasında arkadaşlarımla birlikte Tine ve arkadaşlarını çalışmaya davet ettik. Bir zaman sonra geri geldi, sonra yurtta uyumak için bir bahane uydurdu. Ne zaman araba kullanamayacak kadar tembel olduğumu hissetsem, onu yurtta uyumaya zorluyordum.

  Ayrıca çiftlerin genelde yaptığı ama aşırı olmayan şeyleri yapıyorduk. Sadece rastgele sarılmalar, kucaklaşmalar ve öpüşmeler ama son derece kısaydı çünkü ikimiz de gün boyu çalışmaktan yorulmuştuk. Sınavlardan sonra, plana göre kutlamak için Bangkok'a gittim.

  Orada bir hafta kaldıktan sonra yarışmaya hazırlanmak için geri döndüm. Her gün Tine'i arıyordum. Phukong ayrıca Tine ile aynı sınıflar olan genel kurslara kaydolmama da yardımcı oldu. Aksi takdirde, benim gibi düşük teknolojili insanların hiç şansı kalmayacaktı.

  Chiang Mai'ye döndükten sonra her zaman ailemi arıyordum çünkü iki kişilik daha büyük bir daire kiralamak için taşınacaktım. Bu iyi bir şeydi çünkü mesafelerle ayrılmış iki yurt arasında gidip gelmekten bıktım.

  Çetemin ve Phukong'un yardımıyla eşyaları taşımaya başladım. Tine'nin odasının yedek anahtarı bende olduğu için eşyalarını da taşımak kolaydı. O büyük boy yatak, danışmanım Man tarafından seçilmişti. Kolaylık olsun diye karımı 'bastıracak' bir küvet bile buldu.

  Ve sonra, gün geldi. Tine'ın sömestr başlamadan bir hafta önce yeni evimize döndüğü gündü. "Vay canına! Oda fazla büyük!"

  "Beğendin mi?"

  "Evet!"

  "Yani, beğendin mi?"

  "Git başka yerde oyna, Sarawat."

  İnce vücut, odayı parıldayan gözlerle değerlendirdi. Kirayı adil bir şekilde paylaşmaya karar verdik ve şimdi birlikte yaşadığımız için, hem mutluluğu hem de üzüntüyü paylaşacak ve sorunları çözmek için birbirimize yardımcı olacaktık.

  Tine yatak odasına gitti, yumuşak yatağa attı kendini, sonra uyudu. Bunu görünce yavaşça çoraplarını çıkardım. Çok sinir bozucuydu çünkü yaptığım her şeye itiraz etmeye devam ediyordu. Sinirlenmiştim, bu yüzden yatağa girip onu öptüm. "Hmm."

  Bunu yaptığımda, her zaman üzgün bir surat yapıyordu. Bir şansım vardı, bu yüzden ona bir sadist gibi eziyet etmek için izin istedim.

  "Hareket etme. Şimdi yapacağım." Onu tehdit edip sıkıca sarıldım. Vücudumdaki kişinin gözlerini kırpıştırıp bana rüya gibi gözlerle baktığını görünce, başka hiçbir şey yapmadım.

  "Uykum var..."

  "Biliyorum. Sadece bana ayak uydur."

  "Hala yorgunum. Uçuş ertelendi. Açım."

  "Aç mısın, uykulu mu?"

  "İkisi de."

  "Tine?"

  "Hmm?"

  "Tine." Dönem sonunda Man beni dikkatlice eğitti. Yavuklumu fethetmeliydim. Ama ne var biliyorsunuz, bir sorunum var. "Ne?"

  "Sahip olabilir miyim?"

  "Neye sahip olacaksın?" Bu sefer sessizleşmeye başladı, utandı ve sonra yavaşça beni itti. Bacak bacak üstüne attı ve tarif edilemez gözlerle yatağa oturdu.

  "Sevişmeyi deneyebilir miyiz?" Tekrar ettim. Bu sefer Tine anında dondu. Şimd ne yapmalıydım? Man bu cümlenin en yumuşak şekilde söylenmesi gerektiğini söyledi.

  "Bunu neden soruyorsun ki? Kolay mı sanıyorsun? Neden acelen var? Bir yarışmada mısın?"

  "Sadece denemek istiyorum, anlarsın ya..."

  "Hayır. Bunu hiç düşünmedim. Ayrıca korkuyorum."

  "Anlaşıldı." Tine'in yatakta inlediğini hayal ederken hâlâ heyecanlıydım. O an ölürdüm ama sayısız kez 'canlanırdım'. Gerçekten bu ölçüdeydim işte...

  "Bangkok'a döndüğümde, her gün bunu düşündüm."

  "..."

  "..."

  "Önce bilgi sahibi mi olsak?"

  "Man çoktan beni eğitti."

  "Siktir lan! Baya hızlısın, hah!" Beni yine azarladı.

  "Şaka yapıyorum. Fazla düşünme." Sonunda konuyu kapattım. Ben de Tine'ın zarar görmesinden korkuyordum. Onu sevmek ve yakınımda tutmak istiyordum ama aynı zamanda onu ağlatmak da istiyordum. Bunu anlaması gerçekten zordu. Valla ben kendimi bile anlamıyordum.

  "Yarın alışveriş merkezine gidelim."

  "Hah?"

  "Prezervatif, kayganlaştırıcı jeller, temizlik aletleri, yara için ilaçlar, ağrı kesiciler satın alalım. Bol bol!"

  "Emin misin?" Onu anlamakta güçlük çekiyordum.

  "Tembel! İşleri karmaşık hale getirme." Gerçekten mi? Karmaşık mı? Bu teklif senden gelmesine rağmen?

  "Bana umut veriyorsun..."

  "Bilmiyorum. Seninle çıktığımda her şey değişti. Şimdi canım sıkılmaya başladı..." Ona biraz daha yaklaştım ve avucumu omzuna koydum.

  "Tine... Güven bana, tamam mı? Hadi deneyelim. Eğer işler yolunda gitmezse... O zaman... Hemen duracağım."

  "Neden bana böyle yalvaran bir yüz göstermekle uğraşıyorsun?"

  "..."

  "Pekala, deneyelim. Zaten ne yapacağını... Ve nazik olmalısın."

  Nasıl nazik olunurdu ki?

  Nasıl nazik olunur?

  Nasıl, nazik, olunur?

  Ah, ben olabildiğince nazik olmaya hazırım. Fakat bekle! Yani, gerçekten birlikte deneyecek miyiz? Sadece kafamda düşündüm ama bir daha sormaya cesaret edemedim. Pekala, bunu kendime saklamalıydım...

  

  "Man, nerdesin?! Yardımına ihtiyacım var!"

  Bunu yapmadan önce, karımın istediği gibi eşyaları almak zordu. "Bu prezervatif uygun mu?" diye sordum, kutuyu bir metre ötede duran kişiye götürerek. Tine'nin yüzü o kadar kıpkırmızı oldu ki ona acınsam mı gülsem mi bilemedim.

  İnsanlar bize baktığı için umursamıyor gibiydi ama ben sorduğum için o cevaplamak zorunda kaldı.

  "Hayır. O markayı sevmiyorum."

  "Peki buna ne dersin?" Başka bir markaya işaret ettim. 

  "Onun da kokusunu sevmiyorum."

  "O zaman sevdiğin bir tanesinden seç."

  "Bilmiyorum! Bilmiyorum! Bilmiyorum! Sıkıldım!"

  "Tamam, ben seçerim. Git ve kayganlaştırıcı jeli ara."

  "Sen seç."

  "Neden ben seçiyorum? Senin için kullanacağım."

  "Yüksek sesle söylemesene, şerefsiz!" Al yanakları, şimdi kan rengi eskisinden daha da koyuydu. Daha sonra başka bir bölgeye yöneldi.

  Ama ne kadar şanssızdı ki Man ve Tee'ye çarptı. Terk edilmiş bir köpeğin yüzü, yanlış bir şey yapmadan hata yapmaktan korkar gibi anında renk değiştirdi.

  "Tine, Wat, burada ne yapıyorsunuz?" Sesi çok alaycı geliyordu.

  "Yemek yemeye geldik." Onlara cevap verdim. Arkadaşlarım başlarını sallayıp birbirlerine göz kırptı. Bazen onlardan çok nefret ediyordum çünkü bizi kızdırmayı hep seviyorlardı.

  "Peki... Prezervatif olduğu yerde ne yiyeceksiniz?"

  "Eee... Artık gidebilir miyiz?" Bu sefer çok bocalamasına rağmen Tine öne atıldı.

  Şuna bakın, ölmek üzereydi! Alay konusu olmak istemiyordu. "Tamam. Ne yerseniz iyin. Ama biraz konuşabilir miyiz?"

  "Söyle."

  "Sarawat'ı biraz ödünç alabilir miyim?"

  "Benimle ne işiniz var?" Bunu söyler söylemez Man ve Tee beni çektiler. Yağsız ürünleri seven karım, beni hemen arkamdan takip etti.

  Sonra sapık Man, Tine'ın her kelimeyi net bir şekilde duyabilmesi için yüksek sesle konuşmaya çalıştı. Bu gidişle, Tine için üzülmeye çoktan başlamıştım bile. Arkadaşlarımın ne çektiğini bilmiyordum.

  "Wat, bu günlerden birinde boş musun?"

  "Ne var?" dedim, sesim neredeyse fısıldıyordu.

  "Sana sempati duyuyorum. Ama iki adam bazen aynı havayı alamaz. Tine bunu biliyor çünkü o da bir erkek. Ama ondan alamıyorsan, söyle bana." Lanet olsun! Bu sefer Tee de Tine'a önerdiği deli planı sormak için aceleci davrandı.

  "Tek yaptığın futbol oynamak, müzik dinlemek, ders çalışmak ve içki içmek. Bence bir doktor bulmaya çalışmalısın."

  "Siktir! Ben hasta falan değilim!"

  "Tüm stresi atmak istediğini biliyorum, Wat. Eğer sana vermezse, Tine'a kızma, tamam mı?"

  "..."

  "Bu gece bir bara gidebiliriz." Man kulağıma fısıldıyormuş gibi yaptı ama sesi, Tine'ın duyması için yüksek çıkıyordu.

  "Hah, Man! Gitmemiz lazım! Wat, görüşürüz sonra!"

  "Tamam. Bu gece barı unutma. Seni iyi kızlara götüreceğim. Beğenmeni sağlayacağım." Arkadaşlarım prezervatif alanına dönmeden önce Tine'i ayakta bırakıp sert bir ifadeyle bana baktılar. Jelden ilaca kadar her şeyi aldı - ağzı başkalarıyla zina yapmam için ona ihanet ettiğimi mırıldanıyordu.

  Şimdi, her şey tamamlanmıştı. İyi ki Man ve Tee aynen ortaya çıkıvermişti. Çok destekleyicilerdi.

  "Sarawat... Eğer..." Tine biz alışverişe gittikten ve akşam yemeğine gittikten sonra fısıldamaya başladı. Az önce duş almıştım ve yatakta merakla kaşlarını çattığını gördüm.

  "N'oldu?"

  "Eğer katlamazsan... Sen..."

  "Söylesene."

  "Bara gidecek misin?"

  "Hmm." Aslında, hiçbir yere gitmiyordum. Kızları boş verin, gitmek bile istemiyordum. Sadece Man'in öylesine söylediği çirkin sözleriydi ve ama bu, karımı çok ciddi hale getiriyordu.

  "Lütfen, gitme."

  (Ç/N: işte cesaret, işte feraset, işte fazilet sonuna mq tine konuşabiliyomuş amına yaaaa çok üzüldüm, bunu neden eklememişler diziye öffff...)

  "Neden?"

  "Şey... Sanırım... Futbol oynuyorken, müzik çalıyorken, alkol ya da başka bir şey içiyorken yine de kendini bırakma dürtüsü hissediyorsan, bunu bana bırakabilirsin."

  "Ne saçmalıyorsun sen? Seni ihtiyaçlarımı salacak bir yer olarak görmedim ben asla. Sadece seni istediğim gibi sevmek istedim." Şimdi, Man'ın planını anlamaya başlıyordum. Psikopat zihninin derinliklerinde, Tine'i kışkırtmaya çalışıyordu.

  "Öyleyse... Ben bir duş alayım."

  Bunu söyledikten sonra hızla yataktan aşağıya inip ışık hızında banyoya koştu. Dürüst olmak gerekirse, Tine'ın şu anda ne istediğini hala anlamamıştım.

  (Ç/N: Bir Phukong atasözü der ki; dondurma çubuğunu yala)

  Bir saat sonra eşim bornozla banyodan çıktı. Bana bakmak için kafasını kaldırdı ve oturmak için yatağın kenarına geri döndü. Vücudu titriyordu. Fark etmemiş gibi yaptım ve kalbim çok heyecanlı olsa da sürekli olarak kanalı değiştirmek için uzaktan kumandaya bastım. Onu çok fena zorlamak istiyordum.

  Duş jelinin kokusu odaya yayılmıştı. Beyaz beden yatağa uzandı, bana bakıp cesaretle dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Dilinin ıslak ucu ağzıma girdi ve nefes almamı neredeyse imkansız hale getiren yoğun bir dokunuşu tetikledi.

  İki ağzımızın da kenarından salyalar akıyordu. Sağ elimi, beyaz kumaşın arkasındaki yumuşak kalçalara yerleştirdim, diğer elim diğer kişinin ensesini destekledi ve tüm zamanını öpüşerek geçirdim.

  Benimki fena öpüşüyordu.

  Oh, ama hala proaktif olmayı biliyordum. Tamam, ben de yapabilirdim.

  (Ç/N: Proaktif kelimesi bilinçli ya da bilinçsiz, olumlu ya da olumsuz mevcut koşulların sonucunu değiştirmek için inisiyatif kullanmak anlamına gelmekte)

  Önce Tine'in bana saldırdığını görmek nadirdi. Öpüşürken bile kaybetmek istemediğini biliyordum. Çünkü o kişinin kabzasını tutan kişi her daim üstündü. Kaç tane kız arkadaşı olduğundan bahsetmiyorum bile. Her neyse, bu insana biraz inisiyatif vereyim.

  Ve ne kadar çok öperse, duygularınım o kadar yükseliyordu. Böyle bir ruh halindeki insanların zihinlerinin her zaman boş olduğunu duymuştum - hiçbir şey düşünemüyorlardı. Bu bana tamamen zıttı çünkü zihnim hiç de boş değildi. 

  Sadece tek bir duygu vardı zihnimde dolaşan... Bunu yapmak istiyorum.

  Evet. Artık geri durmak yok. Bu gece, yatağına geri dönecek gücü kalmayana kadar vücuduna eziyet edeceğim.

  Çok memnundu çünkü nihayetinde, düşene kadar karımı öpebilirdim.